Thursday, July 31, 2008

Kuresel isinirken eglence sektoru

Kent (reklamcidir kendisi) ile is cikisi bulusup bir bira ictik. Gecen muhabbeti aynen yaziyorum:
Ben: Keske daha fonksiyonel birseyler yapiyor olsaydik.
Kent: Nasil yani?
Ben: Yani... cizgi filmle ugrasiyoruz. Dunya gittikce isiniyor ve yakinda kaynaklar iyice tukenecek. Belki denizler yukselecek ve biz kucuk gemilerde yasayacagiz. Belki bir sekilde bir takim zanaatlar daha degerli hale gelecek; mesela gemi yapmak, ya da yelken, ya da az suyla bitki yetistirmek, ya da birilerini iyilestirmek ya da bir seyden su uretmek gibi. Ama yine de biz eglence sektorundeyiz. Ya da savaslar cikacak. Insanlar sehirleri yokedecek, televizyonlar ve sinemalar yikilacak ve insanlar hayatta kalmaya calisiyor olacaklar. Biz ise cok daha fuzuli bir is yapiyoruz, onlari eglendiriyoruz.
Kent: Merak etme Arda. Eminim son ev yikilirken birileri icinde kanali degistirip en sevdigi TV dizisini acmaya calisiyor olacak.
Arda: ...
Kent: ...

Wednesday, July 16, 2008

Dondante


Cok igrenc bir is gununun ardindan, saat tam 5:59 da icimden 'sonundaaaa' diye bagirmis, saat tam 6:01 de bilgisayari kapatmis merdivenlerden segirttirerek buz gibi sokaga coktan cikmistim. Iste bir saniye bile daha fazla kalmamak icin paltomu sirtima alip disari kendimi atar, disarda giyinirdim. Yanliz isten cikinca da bir bosluga dustum, cunku eve de gitmek istemiyorum. Eve git, ise git, eve git, ise git, zaten canim burnumda, herkesten uzaktayim, is dandirik... Yeter ulen. Ordan haber bekliyorum, burdan pasaport, ordan vize, burdan izin anneden email, sevgiliden telefon... diye dusunerekten, ismi Chapters olan kocaman bir kitapci, kafe, cdci vs... dukkanina daldim ve rastgele kitaplara bakmaya basladim. Icimden birkac kitaba saydirdim, adamin teki eskiz defterini bastirmis... Eskizler de gayet boktan. Buna gelene kadar benim tanidigim 10 kisi kitabini basardi... Best sellerlarin seviyesi her zamankinden dusuk... Belli belirsiz bir muzik caliyor. Bir an aklima endiseyle bekledigim belgeler geldi, karnim agridi, icimden 'Allah kahretsin' dedim ve "CAT" diye trampet sesi esliginde "Yuuuu meeeeyd miiiii vooooorrrriiiid" diye bagiraraktan bu adam girdi (tabi ben bunu cok sonradan bulacaktim).

Bir anda tum duygularima tercuman oldu bu muzik. Eli kolu bagli kalmis, zaman ve dunyaya karsi ezilmis, bi kurtulsa herseyin agzina sicicak ama bi turlu kurtulamayan, kurtulamamasinin sebebi de savasamayacagi seyler olan, ya da beklemesini gerektiren adam muzigi.

Nakarattan sonra kim oldugunu ogrenmek icin hemen kasaya gittim, sirayi beklerken icimden onumdeki kadina acele etmesi icin saydiriyordum. Kasadaki kiza "bu calan kim biliyor musunuz?" dedim, "bilmem" dedi, "kim bilir?" dedim, "yukarda cdci var o bilir" dedi, kosarak yukari ciktim, ki sarki bitti. Telasla cd satan adamin yerine girip, "biraz once calan kimdi?" diyerek ustune yurudum. Adam hemen cdyi cikardi. Baktim, My Morning Jacket isimli bir grup. Tamam simdi ben eve gider bunlarin butun sarkilarini indiririm internetten.

Ama bi dakka. Ayip ulan. Adamlar sana hayatinin birkac dakikasini olumsuz hale getiricek birtur deneyim sundular. Ben hala uc kurusun pesindeyim. Sonra sordum kac lira CD, 12 paraymis, tamam, aliyorum ben bunu, umarim o sarki bunun icindedir, icinde icinde merak etme, buyrun 12 para. Uzun sureden beri aldigim ilk CD. Eve gidip dinledim, dinlettim, caldim sevdigim sarki olan Dondante'yi.

Sevdigim kizla beraber gecenlerde konserine gittik. Londraya geldiler. Cok leziz bir konserdi. Dondante calinirken eski gunleri hatirladim. Bunalim zamanlari... Sonra da dedim ki her zamanin bir duygusu ve bir sarkisi var hayatta. Bu sarkilari High Fidelity deki gibi bir siraya koymak ve her birinin hissettirdigi hislere gore hatirlamak gibi de utopik bir fikir var. hmmm.

Thursday, May 29, 2008

Kalimaagggg!!! Kalimaggggg!

"Dom dom siva! Dom dom siva!" diye dua eden zavalli koylunun kalbi birazdan korkunc buyucunun elleriyle yerinden cikarilip vahsi yerlilerden olusan kalabaliga gosterilecek. Sonra koylu lavlarin arasina indirilecek. Ve kalbi buyucunun elinde yanmaya baslayacak. Ve ben gozlerimi ve dikkatimi tekrar karnimda itinayla dovusturdugum G.I Joe adamiyla Luke Skywalkera verecegim. Beta videomuza bir sekilde kaydetmeyi basardigim Indiana Jones'u yuzlerce kez izledim cunku. Diger yuzlerce kez izledigim filmler arasinda (ki belki de film dunyasina yonelmemin sebebi de budur) Robocop, Rambo 2 ve Terminator 2 de vardir...

Herneyse Indy 4 baslarken bunlari hatirladim. Sonra beynimi kapatarak kendimi Spielbergle Lucas'in belki de son birkac isinden birine verdim ve en azindan bundan sonraki birbucuk saat boyunca kafamin dinlenecegini hayal ettim.

Filme gitmeden once calistigim yerdeki ustatlardan birine "indiana jones 4 u gormek istiyorum ama para vermek istemiyorum" dedigimde o da bana "ben de filmi gormek istemiyorum ama para vermek istiyorum" demisti. Derin adamdir kendisi. Animasyon yaparken palyaco burnu takiyor bazen.

Filmden cikip metroya dogru yururken ise beynim tekrar calismaya basladi ve bir anda yaslandigimi dusundum. Spielberg ve Lucas kucuk capta bir sinema tarihi yaratirken ben oradaydim. Tim Burton ilk Batman'i yaptiginda oradaydik. Jurassic Park'in sinemalara geldigi zamani hatirliyorum. Star Wars'u ilk defa TRT de izledim, cok guzeldi, son 3 bolumun boyle olacagini hayatta tahmin edemezdik. Sonra dunyaya Matrix ve The Cube gibi filmler geldi. Orumcek adamin en eski filmini izlerken cok heyecanlanmistim. Kimbilir bugunku 3lu seriyi gorsem nasil hissederdim o zamanlar?

Ve sonra, Rambo Vietnam ve Afganistani tarayip bitirdikten yillar sonra, Holivud sanki yaraticiliktaki ezikligini kanitlamak icin Silvestiri tekrar getirdi perdelere. Bruce Willis, Die Hard 4'u, Mel Gibson Lethal Weapon 4 u yapti. Butun bu seri, yillarca hedef kitlelerini pesinden kosturan yildizlarin nasil yaslandiklarini gosteriyor. kariyerlerinin sonuna yaklasirken bize belki de son bir kez (umarim) eski gunlerden bir esinti gonderdiler.

Dunya 80'ler 90'lar sinemasinin sonuna geliyor. Bitti. Spielberg, Lucas, bundan sonra bir iki kere daha blockbuster film yapar ve olurler. Gelecekten ise umitsizim. Yerleri Holivud tarafinda cok dolamayacak sanirim. Zaten tum zamanlarin en unlu gorsel efektcisi de oldu. Artik zayifiz cok.

Friday, May 23, 2008

Liderlik

Walt Disney animasyon dunyasini insa ederken yaninda 9 tane kalem arkadasi varmis. Bunlara 9 yasli adam deniyor (nine old men). Bu adamlarin her biri birer efsane. 14 Nisan 2008 de sonuncusu Ollie Johnston da oldu. Boylece geriye kimse kalmadi.

9 yasli adam ve Walt arasinda cok ilginc bir sevgi-nefret iliskisi varmis. Ornegin dailies (gunluk kritik) sirasinda herkes takim elbise giyer, herkes disneyden cok cok korkarmis. Yapilan isler hosuna gitmeyecek diye odleri koparmis. Yeterince hayat verememekten cok endise ederlermis. Disney olunce hepsi bunalima girmis. Milth Kahl (1984 te olmus) diyor ki "Artik memnun edecek kimse kalmadigi icin hepimiz bir bosluga girdik." 9 yasli adam, hayatlarinin amaci olarak Walt'u memnun etmeyi secmisler. Adam gidince bir anda hayatlari anlamsizlasmis.

Tum fasistligine, seksist ve irkciligina ragmen sanirim Walt Disney istedigi seyleri yapmak icin gereken "lider" gucunu yakalamis. Yine Milt Kahl bir dersinde O'nun icin diyor ki: "The guy was genius. And same guy owned the place. Which is extremely good."

Liderlik is dunyasinda cok etkili. At surulerinden hic farkimiz yok. Ortama girdigimizde ilk once lider var mi diye bakiyoruz. Yoksa biz oluyoruz. Varsa ya savasip biz oluyoruz ya da suru oluyoruz. Suru olunca eger lider bizi tehlikelerden koruyup guzel otlamamizi saglarsa iyi yasiyoruz, yok yanlislikla canvarlarin ortasina gotururse oluyoruz.

Fasizm, ve anti-demokratik yonetim is dunyasi icin en ideal olani bence. Eger lider gercekten ustunlugunu kanitlamis ve takimin da saygisini kazanmissa, ve lider iyiyse gidilebilecek en iyi yere gidiliyor. Eger lider kendini kanitlayamazsa insanlar islerini kovulmayacak kadar yapiyorlar, vasat bir calisma oluyor.

Calistigim yerlerin hepsinde bu durum boyleydi. Ilk calistigim yerde patron cok iyi bir adamdi. Artik bir noktadan sonra para, ve isin kendisi disinda patronu mutlu etmek icin calistigimi hatirliyorum. Ben bile suruden biri olmustum. Patron ben takdir etsin istiyordum. Istedigim gibi de oldu. Ikinci yerde patron yahudiydi (ki bu da gercekten adami kemigine kadar somurur demek oluyor), isin kendisi motive edici birseydi. Proje sonunda patron kalmami istese de kalmadim, patron gercekten somuruyordu. Sonra oyle bir ise girdim ki bu sefer ne lider vardi (lider konumunda olan kisi yeterince guclu ve etkin degildi), ne de is motive ediciydi. Bu iste (diger her iste de oldugu gibi) gizli ajandalarim vardi, o yuzden gerektigi kadar kalip, istedigim herseyi aldigim an istifa ettim. Sonra girdigim projede yine cok iyi bir lider vardi. Isin kendisi ve lider cok motive edici oldugundan en keyifli projem o oldu. Simdiki isimde ne lider, ne de is motive edici. ama yine gizli ajandalarim var.

Hayat belli bir takim fonksiyonun her alana uygulanmasindan ibaret.

Friday, May 02, 2008

Surpriz

Aniboom diye bir yer filmimi youtube a koymus.

Benim bundan hic haberim yoktu. Ama bu zaten 6 ay once falan olmus. Bu alti ay icinde filmi yaklasik 160 000 kisi izlemis.Bunlardan 160 tanesi de yorum birakmis. Hic haberim yok.

Bu yorumlar aslinda benim icin cok onemli bilgi. Averaj insan eglence degerleriyle benimkinin ne kadar ortustugu hakkinda bir fikir veriyor. Esprinin ne kadar anlasilir ya da etkili oldugu hakkinda edindigim fikir ise soyle:

Kotu.

Izleyiciyle cok iletisim kurdugum soylenemez. Ama soyle garip bir durum var. Rating im 5 uzerinden 3. Bir grup insan en yuksek, bir diger grup insan ise en dusuk puanlari vermis. Begenenler ve begenmeyenler arasinda bir ucurum var. Begenen cok begenmis, begenmeyen nefret etmis. Bu bir bakima iyi olsa da genelde izlenme oranini dusuruyor. Su an tam ortadayim. Absurd seyleri sevenler cok sevmis, ama genel izleyici cok sallamamis.

Su an yaptigim 2. filmim bundan daha da absurd oluyor. Daha da manyakca... Bizim rating iyice duscek bu sefer.

Ama bundan sonra yapabilirsem tum izleyicilerin birseyler bulabilecegi turden yapmaliyim. Boylece aradaki farklari gorup nasi gitmem gerektigine karar verebilirim. hmmm. cok zor... cok...

Tuesday, April 29, 2008

28 yildir ogrendigim seylerin toplami - 1 Hayat

Gecenlerde 27. yasimi bitirdim ve 28 yasima geldim. Sonra cok zeki olan beynimin taaaa derinliklerinden gelen bir hisle bunca yildir kesfettigim bir dizi bilgiyi bazi grafiklerle aciklamaya karar verdim. Boylece daha 28 yasina girme serefine erisememis bir dizi zavalli insana cok buyuk faydalarda bulunabilirim.

Oncelikle hayatin iyi/kotu zaman grafigini acikliyorum:

Once derin matematik bilgimden faydalanarak sunu aciklayayim ki, egrinin altinda ve ustunde kalan alanlara intortor denir. Burada sekilde de acikladigim gibi mutluluk sinirlarindaki intortorlarin toplamiyla mutsuzluk siniri altinda kalanlar her zaman birbirine esittir ve sonunda birbirini goturerek olurken sifiri saglarlar. O yuzden dogarken nasil sifirsak olurken de sifir olarak oluruz. Naaparsak yapalim kaybedicek bisey yok gibi gozukuyor degil mi? Hah hay!!! Hic de oyle degil. Assagidaki grafikte tum bunlara ragmen herseyin nasil kotu olabilecegi acikca cizildi.

Yukaridaki grafige gore yasayan adamin inis cikislari gayet kucuk. Dolayisiyla bu adam gayet monoton ve sikici bi hayat yasamis. Unutmayalim ki birbirini goturen intortorlar ne kadar cok olursa o kadar cok yasamis saylaniriz.

Simdi aranizdan bir takim sivrizekalilar bu grafigi gordukten sonra "nasil olsa simdi hayat cok kotu gidiyor, demek ki ileride cok guzel gidecek" diye seviniyor olabilir. Siz kucuk musmulalara kotu bir haberim var. Malesef sizin baslangic cizginiz baska bir yerde olabilir. (Bknz. assagidaki grafik).

Simdi soylenmeyi birakip yasamaya devam edin. Intortorlari bol bol olsun...

Wednesday, April 23, 2008

Bugunun tarihe gecmesini istiyorum


Bugun Ibanez JS 1200'u deneme firsatim oldu ilk defa. Agzimdan sular akarak internetten resimlerine baktigim bu sey (ayni zamanda yukardaki Satriani abimizin de signature gitaridir) kaza eseri arkadasima gitar bakmaya gittigimiz yerde bulunmaktaydi. Adama denemek istiyorum dedim, getirdi, taktik line6-amfiye, hafif drive verdim, bas-treble i biraz kurcaladim, sonra caldim biraz. Mukemmeldi. Mukemmel.

O sustain.... Nerden geliyo anlamiyorum, ya basswood dan ya da dimarzio paf pro lardan falan. Amfide o kadar fazla drive yoktu, ne compression ne bisey var, bi nota caliyorum ve sustain bitmiyor, devam ediyor... Ve sonra hizli calinca, hersey tertemiz geliyor, bendler parmaklari acitmiyor, yumusacik hemen istedigin notaya cikiyor. Hersey oyle temiz ve kesin ki. Dolu dolu geliyor sesler, ve de amfi yuzunden degil bu.

Gitarcidan cikinca arkadasima acayip kizdim. Bok vardi goturcek beni. Bazen tum sorumluluklari sallayip gitari alasim geliyo. Maymun istahli miyim. Daha yeni bu hayvani seyi aldim, agzimdan salyalar akarak oynuyorum.

Saskin Caponlar

Birisi 3 paraya anime satiyordu. hemen atladim izlemedigim birsey diye. aldim izlemeye basladim heyecanla. yine super siddetle falan basladi. kanlar fiskirdi cok guzeldi...

Ama sonra...

Oyku ilerledikce olaylari anladim, bittiginde de bi garip hissettim. Cok inanamadim oykuye. Acaba sevginin bedenden bagimsiz olabilecegi gibi biseyi mi isliyordu. Cunku animeler bazen derin oluyor. En azindan bir kisminin felsefi falan olurdu. Heralde oyledir. Ama acayip escinsel bi animeydi ilk defa. Sinir tanimaz capon insanlari. Tebrik ediyorum.

Sanirim caponlarin samuray/geysa kulturunde erkek geysalar da var. eski zamanlarda. 1600-1800 gibi. hmm...

Monday, April 21, 2008

lonesome Jim

Steve Buscemi Coenlerle calisirken cok fazla sey ogrenmis olmali, ozellikle Lebowskide. Cunku kendi yaptigi film bence cok basarili. Amerikan bagimsiz sinemasi gercekten cok guzel olabiliyor. Belki de Hollywood'dan gelen gercekten yaratici adamlarin filmcilik isini cok iyi ogrendikten sonra kendi islerini yapma firsati bulabilmesindendir. Hollywood da cok siddetli rekabet olmasi insanlarin cok fazla kendilerini gelistirmek zorunda kalmalarina sebep oluyor. Gerci her tur asiri kapitalist endustride ve Amerikanin genelinde boyle bir durum var sanirim. Muzik olsun, gosteri sanatlari olsun... Insanlar bir seyin en iyisi olmak ve kisisel gelisimleri icin asiri caba harciyorlar. Ve sonunda cogu zaman kar amacli ve geyik seyler yapsalar da arada bir kendileri icin de isler yapiyorlar, ve o zaman otturuyorlar.

Koyluk yerde hayat, acayip bir depresyon, ama onun icinde sakli mecazli komedi. Mmmm, leziz... Izleyin...

Friday, April 18, 2008

Londra kokuyo

Sabah evden ciktik, yuruyoruz, sevdigim kiz dedi ki "bi yerlerde kanalizasyon patlamis heralde, burasi lagim kokuyo". gercekten de lagim kokuyordu sokaklar.

Sonra ise geldim. Metrodan cikinca yine geldi burnuma lagim kokusu. Allah allah.

Iste bir anda herkes e-mail atmaya basladi. Herkes kendi evinin oldugu yerin koktugunu vs... yazmis. Sehrin dort bir yanindan gelen insanlar sabah yola cikarken algiladiklari kokuyu onayladilar. Birileri "dunyanin sonu geldi, boka batiyoruz sonunda" falan diye e-mail atti.

Sonra her yerin les gibi koktugu haberleri gelmeye basladi. Megersem Fransizlar bu aralar tum tarlalarini ayni anda gubrelemeye karar vermisler. Sonra bi ruzgar esmis, butun gubre kokulari taaa buralara kadar gelmis. Les les. Gastede "kraliceye bile bok kokusu geldi" yaziyordu, ulan sanki kralice dokunulmaz, kendi tuvalete girip (tobe tobeee....).

Wednesday, April 16, 2008

Uzun zaman sonra

Cok sey oldu, cok sey oluyor ve bircok sey olucak...
Ahbabin kafasi tum bunlari alacak kadar buyuk degil...

Yine Londra'ya geldim. Sevdigim kizla ilk defa kendimize ait bir ev tuttuk. Acayip para verdik.

Kendime aypodun aynisi gibi gorunen bir mp3 calar aldim. eski cin mali olan artik hic calismiyor, hem de pilleri yiyordu. yeni aldigim aynen aypot gibi gorunuyor. ama yuvarlagi aslinda eski model bir dugme, hatta salter, basinca `cotaaaa` diye ses cikiyor. metroda o sesi duyunca gastesinden gozunu kaldiran kiza "it's not real ipod" demek zorunda kaldim gulumseyerek...

Is olarak girebilecegim en guzel projede olabilecek en kotu konumda calisiyorum. Benden daha deneyimsiz ve yeteneksizler benim yapmam gereken isi yapiyor, ben ise onlarin pisliklerini temizliyorum, tum yaptiklarim onlarin yararina oluyor, ben hicbirsey kazanmiyorum bu isten, para disinda, onu da hic sevmem...

En azindan sevdigim kizin yanindayim. Gerci onunla da hayat kolay degil. Sacma sapan seylerden birbirimizi kirdigimiz oluyor. Kadinlarla yasamak cok zor. Kucucuk seyler buyuyup bizi yipratiyor. Cok sacma sapan. Ben de cok normal degilim zaten. Olsun. Sanirim hicbir zaman mukemmel olmuyor seyler, ben zaten aliskinim buna, ama diger insanlar icin hayal kirikligi oluyor. Bence zaten hersey inisli cikisli, iyi zamanlar ve kotu zamanlar var...

Her zamanki gibi birsuru seyle ayni anda ugrasiyorum. Hem is-guc hem sosyal hayat, basvurular, vizeler, kontratlar, e-maillerin yani sira, konserler, gosteriler, publar, barlar, restoranlar, yemekler, amfiler, ickiler, festivaller havalarda ucusuyor.

Son zamanlarda eve yakin bir sinema kesfettik, sadece avrupadan sanat filmleri gosteriyor. holivudun acayip aksiyon ve fantastik filmlerinden baya koptum. Ama anime DVD leri aliyorum. Mmmm, cok guzel.

Gidebildigim kadar cok Finsbury parka kosmaya gidiyorum. Cok saglikli. Bir tane tablo cizdim kagida, spor yaptikca, meyve yedikce ve saglikli yasadikca tik atiyoruz, oyle duruyoruz. Bir arkadasimiz geldi ve modern young-professional cift gibisiniz dedi.

Arada cizim yapmaya calisiyorum.

oyle...

Friday, January 25, 2008

Hussein

Husein.

Cunku cok mutlu. Cunku gulumsuyor, gelecege ve hayata umutla bakiyor. Ahlam ve Ziad gibi icten pazarlikli ve iki yuzlu degil O. Ahlam'in tek amaci bir avuc petrol zengini arap adami bastan cikarmak. Makyaji yapmis, takilari takmis. Ziad ise ayni rolu kadinlar icin oynuyor. Belki bes tane estetik olmustur. Disler yaptirilmis, kaslar alinmis... Boylece bu ikisi aslinda tum hedef kitleyi kapsadiklarini dusunuyorlar. Ama hayir. Bu takimda birseyler eksik. Bir figur, bir kavram, bir anlam... bir... bir... Hussein...



Hussein evrensel umut ve mutlulugu temsil ediyor. Petrolden kazandigi paralariyla aslinda bu ise ihtiyaci yok husseinin. Otellerde sarki soylemese de olur. Ama dunyanin nese eksigi var. Kendisinde dogustan olan neseyi paylasmali, onu insanlara sacmali. Bu onun evrensel gorevi.


Kucuk seylerden mutlu olabilir Husein. Bir tavuk budu, bir patates kizartmasi, vantilatorle gobegini serinletmek gibi basit seyler... hayat bunlardan ibaret. Ve cok guzel.

Wednesday, January 23, 2008

Luxor 1, Biz 0


Bu oyunu babam internetten indirmis. Sonra deneme surumunu bitirince geri kalanini da oynamak istemis, bana soyledi, ben de satin aldim. Sonra oynamaya basladi yaklasik 4 ay once. Sonra Luxor yavas yavas tum ailemizi isgal etti. Herkes muptelasi oldu. Deliler gibi Luxor oynamaya basladik. Babam her sabah erken kalkip Luxor calisiyordu, annem geceleri bir gozu dizide, diger eli mouse da, neredeyse geceyarilarina kadar oynuyordu... Yillarca biz bilgisayar oynayinca soylenen annemi boyle gormek cok ilginc. Kendisi de "iyi ki bu sey biz okurken yoktu, hic bir sinifi gecemezdim" diyor. Bizim gostermek durumunda kaldigimiz iradeyi dusunun artik. Kardesim de gayet iyi, bu aralar onu yetistiriyoruz. her gun duzenli calisirsak 8.level 4. kismi gecebiliriz belki.



Bu allahin belasi bolumde toplar cok alakasiz gelmeye basliyor, atari bize kaybettirmek icin her turlu serefsizligi yapiyor. Simdilik bu bolumu kimse gecemedi. Ama calisiyoruz ailecek. Umutluyuz. Gelecege guvenle bakiyoruz. Kardesime cok guveniyoruz. Bazen yarisina kadar geliyor bu kazik bolumun. Naber?

Tuesday, January 15, 2008

Mart

Kis mevsimi yumusacik olunca kedimiz Benek'in Mart ayi erken geldi. Kimi zaman sesiyle kimi zaman da salgiladigi ve bizim algilayamadigimiz kokulariyla bir anda mahallenin tum kabadayi kedileri bir anda kapimizda bitiverdi her sene iki kez oldugu gibi. Guzek kizdir Benek


Yanliz Benek'in talipleri isi biraz abarttilar. Maalesef kedilerde pek romantizm yok. Sadece tecavuz oluyor. Birbirini biraz tanimakti, florttu, yakinlasmaydi, koklamaydi, boyle seyler yok. Erkek kediler tirmik yemeleri daha zor olan bir noktadan yaklasmayi basarirlarsa bir sonraki nesile katkilari olabiliyor. Bazen kendi aralarinda da anlasmazliklar olsa da sonucta bir elin parmaklari kadar kedi soylarinin devami icin biraraya gelerek bir sonraki gende daha renkli bir yelpaze olusturuyorlar. Bazen yavrulardan birisinde bir babanin boz gozunu, bir baskasinda diger bir kabadayinin beyaz kulagini gorebiliyoruz. Sonra "aaa bak bunun babasi su suratsiz olandi" gibi yorumlar yapabiliyoruz. Bu gerizekalida babasinin suratsizligi var mesela:


Her neyse cigliklar ve kavgalarla gecen birkac gecenin sonunda annem kedinin evde daha rahat edecegine karar verdi ve tavanarasina kilitledi. Bunun Benek icin en iyisi olacagini dusunuyorduk fakat Benek gece boyunca kapilari tirmaladi, bagirip cagirarak bizi yine uyutmadi. Disarida birbirini bogazlayan kedilerin cikardigi seslerin yerini Benegin kendi mirlamasi ve tirlamasi aldi. Buradan soyle bir sonuca vardik: Benek tecavuzden zevk aliyor. Dolayisiyla kendini sokakta buldu.

Friday, January 11, 2008

aztec challenge

Kadibey bilgisayarin onunden gecince bir anda su gunlere dondum.


Kadibey bilgisayar, commodore oyunlarini satin aldigimiz kazikci yerdi. Ama sanirim baska bir yer yoktu. Ilkokul ve ortaokul zamanlari, hala o gri igrenc kutudan bir parca olsun "eglence" beklerken yolunu asindirdigimiz, oyunlar kasetlere cekilirken sabir ve heyecanla duvarlarina baktigimiz garip bir mekandi. Onunden gectik. Kapanmis herhalde. Neyse o zamanlardan aklimda kalan baska birsey vardi. O da:


Ve de en tirstirici bolum olan:


Burada ortadaki adam var gucuyle piramite dogru kosturmakta. yandaki adamlar da buna yol boyunca oklar atiyorlar. yanliz okun nereden geldigine gore atlamak ya da egilmek zorundasiniz. ok atilinca bir ses cikiyor ve belli araliklarla ok atiliyor. Bu oyun benim hayatimi kabusa cevirmistir. Bunu oynarken duydugum stres ve heyecan sanirim derin psikolojimde derin tahribat yapti. Cunku adamin egilmesi gerektiginde ben de joystik denen seyle beraber egiliyordum. Gece uyumaya baslarken yandan gelen hayali oktan kacmak icin zipliyor, yastik yorgani tepiyor, bazen de oklari yedigim icin dusuyordum kosan adam gibi. Yillarca surdu bu.

Yillar sonra bilgisayar oyunlariyla ilgili tez yazarken bir kez daha bu gunlere donmustum. Hatta birkac oyundan bahsettigimi hatirliyorum. Herneyse komodorun tezim icin onemi bilgisayarda eglencenin eve tasinmasinin ve bugunku konsollarin olusmasindaki onculerden onemli birisi olmasi.

Dort yasimdayken babam tarafindan eve getirilen gri kutumuz yillarca bizi eglendirdi, egitti (sabir konusunda), aglatti, birsuru zamanimizi yedi ve seksenlere imzasini atti. Onun yuzunden annemle kavga ettim, kasetlerin iclerinde neler oldugunu, kasetlerin vidalarini cikarmayi, bantlari birbirine yapistirip tamir etmeyi, kafa ayarini (her neyse) ve buna benzer birsuru gereksiz seyi yasadim. Yarim saat boyunca agzimdan sular akarak bekledigim oyunlar bazen "cik"mazdi. (Cikmamak : oyun saatlerce yuklendikten sonra ekranin alt kosesinde bir yerlerde kucucuk bir error yazar, oyun calismaz, kafa ayarini tekrar yapip bastan tekrar beklemek gerekir). Ama bak o zamanlar bile bilgisayar grafiklerine hayranmisim, cunku oyunlari bosverip harfler ve sekilleri kullanarak gemi resmi yapmaya calistigimi hatirliyorum. Ayni seyi universitede, baska makineler ve baska saclarla yapmaya calistim. Sanirim ayni seyi olmeden once baska duzlemlerde, baska aletlerle yapiyor olucam. Son olarak su asmis rambo resminden kardesim cok korkardi.

Wednesday, January 09, 2008

Antalya sicak mi?

Bu evin isinma sorunu gecmisten beri hep vardi. Burada yasadigim iki on yil boyunca her turlu yontemle isindik sayilabilir. Ev cok genis, tavanlari gotik gibi. Ilk baslarda soba denen metal kutle vardi. Demirden dokme soba ilk kislarimizda bizleri isitmak icin vargucuyle yandi. Ama hayat soba icin cok kolay degildir. Ruzgarla iyi anlasmasi gerekir, bir yamuk esti mi ruzgar tum duman evin icine girer ve aileden biri "soba tuttuuuuu" diye bagirir. Bu durumda bazen sac kurutma makinesinin yardimindan istifade ederdik. bacanin yukarisina dogru uflenen hava bazen bacayi acar. boylece soba yanmaya devam eder. Evimize kislarin basinda kamyonla gelen odunlari hatirliyorum. cok guzel kokarlardi.

birkac sene sonra annem sanirim sobanin pisligine dayanamadi. alternatif seyleri kesfetmeye basladik. Bir sene katalitik denen sey vardi. Katalitik; tuple calisir, kucucuk bir alev yanar on tarafinda ve de bir tur malzemeyi isitirdi. Bu katalitigi yakmak bir tur toren gibidir. Once gaz verilir hafif, sonra cakmagina birkac kez basilir. Cakmak elleri acitirdi. Eger yeterince gaz verilmezse yanmazdi, nazliydi bu. Sanirim 2 yil kadar katalitikle isindik. Eger katalitikle uyursaniz olebilirsiniz. Zehirli gaz cikarir.

Bir sene babam ev cok genis oldugu icin seralarda kullanilan, gazla calisan birsey getirdi. Sera isiticisi. Sobadan daha buyuk, dort bes katalitik gucunde birseydi sanirim. Yanliz bitkiler icin tasarlanmis oldugu belliydi. Bunu ilk calistigi andaki horultusundan ve otuz saniye icinde burunlarimiza ulasan gaz kokusundan anlamistik. Turfanda sebze meyvenin bunca zehirli gaz kokusu icinde isindigini kavramakla beraber, bizler de birer sebze gibi yesillesmeye baslamistik coktan. Migdelerimiz bulaniyor, kisa cumleler kuruyorduk artik. Neyse ki bu alet deneme surecini atlatamadi ve yerini evimizde soguk ama temiz havaya birakti.

Sonra ordek soba + elektirikli battaniye ikilisiyle birkac yil gecirdik. Bu birkac yil boyunca evin sadece %30 unda yasadigimizi soyleyebilirim. Televizyonun oldugu odaya ordek soba kuruldu. Bu ordek soba cok sevimli birseydir. Ne verseniz yer yutar. Eski ayakkabilar, yatak parcalari, sokulmus bir dolap, evin insaatindan kalmis keresteler... Ne verdiysek yedi. O odayi hamam gibi isitti. Ama disarisi kutuplar gibiydi. Ornegin tuvalete gitmek korkunc birseydi. Hele yataga gitmek... Yataklar buzdan bir tabut hissi verirdi. Tam o siralar elektrikli battaniye denen seyi kesfettik. Carsafin altina serilen bu battaniye yataklara girilmeden yarim saat once prize takilirdi. Boylece buzdan tabutun ici sicak gibi olurdu. Ama o sicak cok suni bir sicakti. Kendi sicakligim olmadigini bildiginden vucudum alisana kadar yine zaman gecerdi. Ustelik battaniyeden carpilmaktan cok korkardim. Annem fisi cekse bile korkardim.

Birkac sene sonra kalorifer denen seyin isinma sorunumuzu cozebilecegine dair bir fikre kapildik. Bu kaloriferin borulari ve peteklerinin dosenmesi evi delik desik ederken hic bitmeyen bir insaat ortaminda bir yaz gecirme firsatimiz oldu. En son eylul gibi gunlerce suren temizlik yapildigini hatirliyorum. O temizlik tarihe gecmistir bence. Bir kadin, iki cocuk, bir kopek ve dort bes kedi, o evin altini ustune getirdik. O sene kaloriferi yaktik. En azindan senenin basinda. Bir sure sonra kaloriferin bir tur MAZOT CANAVARI oldugunu anladik. Mazot denen seyi likir likir icen bu canavar 2 ay suren kis mevsimini mali olarak icinden cikilmaz bir duruma getiriyordu.

Bu kalorifer bizim universiteye hazirlik donemlerimizi biraz olsun rahat gecirmemizi sagladi. Cok sukur usumedik. Ben evden ayrilinca isinma konusunda da baska bir donem baslamis. Okuldan tatile geldigimde gordum ki kardesim ve dort tane rezistansli silindirin turuncu halde ortami isittigi elektrikli soba ayrilmaz bir ikili haline gelmisler. Aksamlari televizyon izlerken, sabahlari yatagin yaninda, kahvaltida, meyve yerken, her an o koca sey bir assagi bir yukari merdivenleri cikiyor iniyordu. Bu elektrikli seyin onunde saclar kurutuluyor, coraplar isitiliyor, banyoya girmeden once giyilecek seyler vucut sicakligina getiriliyordu. Ona en gizli sirlarimizi anlatiyor, dertlesiyorduk. Onu kardesimle birbirimizden kiskaniyorduk, beni daha cok seviyor seni daha cok seviyor diye kavga ediyorduk. (Abartmisim.)

Sonra klimalar geldi. Once salona geldi. Klima digerlerine oranla daha guzel isitiyordu. Elektrik sarfiyati da asiri fazla degil. Biz hala klima devrini yasiyoruz. Eskisi gibi evin bir odasinda yasiyoruz. Ben muzik yapmaya kendi odama gittigimde bir sure sonra burnum ve ayaklarim usuyor. Televizyonun oldugu odaya gelerek isiniyorum.

Beni asil uzen sey disarisi. Disarda hava cok guzel. Sicacik. 18 derece kisin ortasinda. Sokaga cikinca insan usumuyor. Ama er gec eve gelmek zorundayiz. Ve ev cok soguk. Ben -35 derecede ise gitmis birisiyim ve bu ev cok soguk. Bazen batiyor bana... Elimde yelegimle eve ulasmak, iceri girerken yelegi giymek... O yataklara ilk giris... Bazen Ankara'ya gidip isinmak istiyoruz. Orada evler sicak, kalorifer hep yaniyor.

Gelecege umitle bakiyoruz. Dogal gaz diye birsey varmis, bir takim borular sehre giris yapmislar bile. Mazot kadar pahalli degilmis henuz. Bir iki seneye bize ulasabilir. O zaman bu seyle kaloriferleri yakmaya baslayabiliriz yeniden. Tabi bunlari dusundugum su gunlerde haberlerde iranin dogal gazi kestigini ve rusyanin da azaltabilecegi gibi seyler izledim. Ve birkez daha bu evin asla isinmayacagina olan inancim guclendi. Ama hala gelecege umitle bakiyorum. Niyeyse...

Sunday, January 06, 2008

memleket

memleketin domatesi, patlicani, kabagi, hicbir yerde bulunmuyor. Portakali mis kokulu, dopdolu, peyniri bereketli, lezzetli. Havasi sicak (gerci sadece Antalya sicak bu gunlerde), gunes insanin icine isliyor, onu isitiyor. kemiklerin ozledigi radyasyon, bunyenin ozledigi memnuniyet nufuz ediyor deri altina. sokaklarda basibos kedi ve kopekler var. insanlara saldirmiyorlar, komsularin verdikleri yemeklerden yiyorlar.

Afyon Antalya arasinda hala uzaktan polis gibi gorunen korkuluklardan var. kar yagdigi zaman konutkent'te yollar kapaniyor, heryer bembeyaz oluyor. arabamizin cam yikama sulari donuyor ve hic cozulmuyor (eskisi gibi). 1 liraya antifrizli sular gelmis, ama cin yapimi falan heralde, ise yaramiyorlar.

Ceza bunu yapmis. PKK ve Kurtler yuzunden milliyetcilik akimi guclenmis.

Annem bana kral gibi davraniyor, hic is yapmiyorum, israr ediyorum izin vermiyor. Sevdigim bu duruma alismamam gerektigini soyluyor. Elektro-smoke diye dunyanin en sacma sapan seyi cikmis, plastikten pilli bir sigara, ucunda ampul var, icinde duman olan tupler var, icine cekince isik yaniyor, birazcik da duman cikariyor. sozde sigarayi biraktiriyormus, ama gayet dogal olarak saglik bakanligi yasaklamis cunku icindeki nikotin tupleri sigaradan daha cok bagimlilik yapiyormus. Turk milleti olarak cep telefonlarinda gosterdigimiz heyecan bizim kucuk elektronik seylere zaafimiz oldugunu kanitliyor. elektro-sigara bizim zayif noktamiz.

Annem dizilerin yarim saat suren reklamlari boyunca uyuyup dizi baslayinca bir anda uyanabiliyor. Bunu bir gece icinde 5 kez yapabiliyor. Assagi yukari tum dizileri biliyor.

Aramiza yeniler katilmis, bazilarimiz gocmus, aile genisledigi olcude daralmis, cocuklar buyumus, yaslilar hic buyumemis... Kimisi dugun dernek derdinde, kimisi okul dersane, is, guc, hayaller... Turkce dublaj filmleri anlasilmaz kiliyor, Turkcesinden orjinalini tahmin etmeye calisiyorum.

Issizim. Hep bu gunu hayal etmistim durmadan calistigim bir bucuk yil boyunca. Ama tabi kontrollu bir issizlikti benim hayal ettigim. Bu yasadigim biraz daha tirstirici. En kisa zamanda birseyler bulmaliyim. sonra hayal ettigim turden bir issizlik yasayabilirim. zaman degersizlesti. yillardir her dakikami, her saniyemi saymis, degerlendirmisim. zaman paraydi, zaman herseydi. simdi ise zaman bir anda gorunen degerini kaybetti. icten ice biliyorum ki cok daha degerli su anda. ama sabah kalkinca gitmem gereken bir yer ya da yapmam gereken birsey yok. (aslinda simdi sevdigim kiz gibi doktora ogrencilerini biraz daha iyi anliyorum belki de :) bu durumun kendi guzellikleri var. kontrol altina alabilirsem tadini daha cok cikarabilicem. ama hayat kisa. mmmmmm. zevk almak gerek...