Thursday, April 13, 2006

Worst Person Shooter

İnsanların internet yoluyla karakterleri canlandırdığı üç boyutlu oyunlar var. Ortalama 500.000 kişi ayda 15 dolar kadar para vererek bir ay boyunca bir karakteri canlandırıyorlar. Karakterlerini eğitiyorlar, diğer karakterlerle savaşıyorlar, bir takım objeleri alıp satıyorlar. Güçleniyorlar zamanla, deneyimleri ve yetenekleri artıyor sanal dünyanın kuralları içerisinde.

Bu oyunların müptelası olan bir adam uzun süre oynamış ve çok güçlü bir karakter yaratmış. Bu süre içerisinde de diğer oyuncularla sosyal bir bağ kurmuş. Diğer oyuncular bu adamı seviyorlar. Sonra adam oyunu bırakacağını açıklamış. Oyun dünyasında da karakterinin ölmesi anlamına geliyor bu. Bunu duyan sevenleri ona veda etmek için biraraya geliyorlardı internetten izlediğim videoda. Third person Shooter tarzı bir oyun bu. Yani üçüncü kişi gözünden bakış, yani oyuncunuzun arkasındaki bir kameradan olan bitenleri izliyorsunuz, oyuncunuz dönünce kameranız da dönüyor vs... İzlediğim video oyundan direk olarak kaydedilmiş. Oyuncu koşarak bir göl kenarına ulaştı. Burada yaklaşık 50 60 kadar başka karakter sıraya girmişti. Oyunu terkeden adama veda etmek için ve iyi dileklerini sunmak için. Oyuncu da sıraya girdi.

Oyunun müptelası olan adam ve güçlü karakteri tam da bu sırada delirdiler. Beraberce oradaki 50 ye yakın kişiyi katlettiler.

Birden ortalık büyülerle ve ateşlerle falan doldu. Bazıları kaçmaya çalıştı. Oyunun müptelası olan psikopat bunları bizzat kovalayarak bir bir öldürdü. (Oyunda ölünce bir takım özellikleri kaybediyorsun ve baştan başlıyorsun)

Buradan çıkardığım ders insanın özünün kötü olduğu. Sosyal bir yapı içinde eğer baskı yapacak bir öğe yoksa insanın iç yüzü hızla ortaya çıkıyor. Bu oyunda diğerlerine zarar vermek kötü birşey sayılmıyor. Gerçek dünyadaki kanunlar, dinler ya da sosyal ahlak bulunmamakta. O zaman herşeyden özgür ve bağımsız olmak mümkün. Bu özgür ortamda insan davranış biçimi de böyle.

Yani birini öldürdüğünüzde din "cehenneme gideceksin" demediği ya da polis bizi hapise atmadığı sürece hiçbir suçluluk ya da acı çekmiyoruz. Bu durumda ben gerçekten hastalıklı ruhu olan özgür insanoğluna karşı dini ya da kanunları tercih ediyorum diyebilirim. Bu şeylere hep biraz uzaktan ve tiksintiyle baktım. Dogma ya da monarşiyi sevmiyorum, diktatörlerden haz etmem. Ama şimdi düşünüyorum da insan, kafasına vurulmadıkça sapıtıyor galiba. Tam emin değilim. Örneğin Hitlerin nasıl bir gerekliliği vardı bilemiyorum. Ama bişiyler var yani orda.

4 comments:

Duygu said...

Stanley Milgram ve Otoriteye İtaat. Yıl: 1961
Haziran 1961’de, Connecticut’ta yayınlanan New Haven Register adlı gazetede bir ilan belirdi. İlan okurları hafızayla ilgili bilimsel bir deneye katılmaya çağırıyordu ve Yale Üniversitesi’nden Stanley Milgram isimli, 27 yaşında bir psikoloji profesörü tarafından verilmişti. Fakat deney gerçekte göründüğü gibi değildi. Katılımcılara deneyin cezalandırılmanın öğrenme üzerindeki etkisine odaklandığı söylendi. Katılımcılar, üzerine elektrotlar bağlanmış bir adamı izleyebilecekleri bir odaya alındı ve kendilerine, bu tellerin adama acı veren bir elektrik şoku vereceği anlatıldı. Senaryoya göre, katılımcı “öğretmen” rolünü, elektrot bağlı adam ise “öğrenci” rolünü üstlenecekti. Öğretmen rolündeki kişiden öğrenciye bir dizi eşleşmiş kelime grupları okuması, ve öğrenciden bunları doğru şekilde saymaya çalışması istendi. Yaptığı her hata için öğretmenin öğrenciyi, üzerinde 15’ten 450 volta kadar etiketler olan, son ikisi de XXX şeklinde etiketlenmiş elektrik düğmelerini kullanılarak cezalandırması gerekiyordu.

Öğrenciden bir duvarla ayrılan öğretmen, yan tarafta her elektrik şoku verilişinde onun acıdan bağırışını duyabiliyordu. Öğrencinin ıstırabı artınca, katılımcıların çoğu duruma karşı çıktılar fakat kendilerine sorumluluğun tamamen araştırmacıya ait olduğu ve devam etmeleri gerektiği söylendi. Gerçekten de bu insanların %65’i, öğrencinin çığlıklarının yerini rahatsız edici bir sessizliğin aldığı XXX noktasına kadar devam ettiler.

Deney tamamen sona erdiğinde katılımcılara işin gerçeği açıklandı: öğrenci rolündeki adam gerçekte bir aktördü ve aslında ona hiç elektrik verilmemişti. Milgram, eğer sorumluluğun otoriteye atılabileceğine inanırlarsa, sıradan insanların yabancı bir insana ölüm noktasına kadar kötü muamele etmeye ikna edilebileceklerini gösterdi. 1960’larda Milgram’ın deneyi Nazi’lerin yaptıklarına tutulmuş kanı donduran bir ışık olarak görülmüştü. Irak’taki son gelişmeler göz önünde bulundurulursa, bu deneyin geçerliliğini pek kaybetmediği de bir gerçek.

Duygu said...

Sanırım yukarıdaki yazı için kaynak belirtmem lazım. Bir zamanlar Focus Dergisi'ne çevirdiğim "Dünyayı değiştiren 10 deney" isimli yazıdan bir bölüm.

Mert said...

Bu deneyi duymustum bende.
Bu arada bende en cok dengesizligi ve nasil diim sapkinligi Amerika'da gordum, bende her zaman ozgur ve baskisiz bir dunyadan yanayim ama sanirim ozgurlugu kaldirabilecek kapasitede olmali insanlar.

Özge Başağaç said...

Ardaaa,
Çok ilgisiz bir yere yazıyorum, kusura bakma. Ben Özge, Odtu, Kerkenes'ten:) Uzun zamandır okuyorum yazdıklarını. Merhaba demek istedim. Ben seni en son Eskişehir'de bırakmıştım:)Ardamardar'ı tesadüfen buldum sonra.Sevindim.Umarım iyisindir oralarda.Gorusmek uzere.