Tuesday, August 28, 2007

Clementine

Fulis'ten gelen bir davetle "Clementine was the freakiest cartoon of my childhood" isimli gruba dahil oldum.

Ardindan yapimci ve yonetmen Bruno Huchez'le yapilan roportaji okudum.

Roportajdan sonra bu adamin savasini biraz daha kavradim. Peki sevdim mi? Bilemiyorum. 80 lerde, bizler buyurken, Cumartesi gunleri oglen yayinlanirdi. Bu saat, annelerin kahvaltiyi toplayip ev isleriyle ugrasmalari, babalarin gundelik islerini yapmalari ve cocuklarin haftasonunun uzunluguna guvenerek odevlerine baslamadigi icin tek kalan sey olan TV izleme isine zorunlu girdikleri bir nevi cocuklarin prime-time'idir. Dolayisiyla buyuk bir cogunlugumuz aslinda belki yasimiza ve karakter gelisimimize uygun olmayan 2 sezonluk bu diziye maruz kalmisizdir. Ustelik bu donemlerde aileler cocuklarin cizgi film sinirlari icinde ne izledigine cok fazla denetim uygulamiyordu, henuz yeterli toplum duyarliligi olusmamisti. Bence Bruno kismen bunun farkindaydi. Ve bu kucuk boslugu cok da ilkel ve basit bir icgudusunu tatmin etmek icin kullandi: Intikam.

Ama neden?

Nedeni Victor Hugo taa 1800 lu yillarda Notre Dame de Paris isimli kitabinda aciklamisti. Quasimodo, sagir, dilsiz ve sakat oldugu icin tum insanlardan nefret ediyordu. Yabaniydi. Bruno ise saglik sorunlari olan ve kucuklugunde de bu sorunlarin travmasiyla yasamis birisi. Clementine'i tekerlekli sandalyeye hapsetmesinin sebebi de bence budur. Kendi hissettigi yetersizlik ve eksiklik duygulari, doganin ona adaletsiz davranmasi, Bruno'da cok yogun bir duygusal degisiklik yani nefret yaratmisti.

Fikrimce dunyadaki tum ses getiren eserler belli bir toplu duygusal degisikligi yaratabiliyor, cogu zaman da bu duygusal degisikligi cok yogun yasayabilmis insanlar tarafindan yaratiliyorlar.

Bruno evrensel nefretini senaryo ve cizgi film olarak kusarken, maalesef yanlis insanlarla tanisti, anlasti, ve duygularini bir produksiyon haline getirebildi, ustelik buyuk bir etki gucune kavusan bu duygular, o cagin ve toplumun kucuk bosluklarini bularak biz cocuklarin gozlerine ulasti. Bruno basardi. Nefretini biz milyonlarca ilkokul cocugunun bilincaltlarina korku ve tedirginlik olarak gomdu.

Gecenin bu saatinde is yerinde kalip bu yaziyi yazmama sebep olan sey ise bu adamin Turk insanina ayri bi gommesi oldu. Nitekim Medyapim isimli sirket Clementine in yayin haklarini satin almis ve belki de bir animasyon filmine donusturmek uzere kollari sivamis. Kimbilir. Belki bizim jenerasyonun kalbinde unutulmus ve kozlenmis korkulara jet yakiti dokerekten alevlendirme firsatim olur birgun. (Ehehe ben de az serefsiz degilim).

Sunday, August 19, 2007

Adaptasyon

"Ne limuzini be? Kicimiza don alamiyoruz burda" dedim.

Ama coktan numarayi cevirmis, karsi tarafi dinlemeye baslamisti Adele. Patrick de onayladi: "Birak da gidisin muhtesem olsun bari". Adele telefonu eliyle susturup zaten ayni para oldugunu soyledi, ki bu da kafamda donen binbesyuz soru isaretine bir yenisini eklememek icin guzel bir sebep oldu. "Gidisim muhtesem olsun".

Gelisimi hatirladim ben. Adam kamyonetiyle beni kapiya birakmisti, cok gergindir araba kullanirken, kamyonetini cok sever, hatta ondan kizarkadasiymis gibi bahseder. Bir seferinde killik olsun diye, bir alisveris merkezi kenarinda "Park the bitch and let's go" demistim de, sonradan bizim klasik repliklerimizden biri haline gelen "That's it! You're walking home!!!"'u demisti. Evimizin onundeki bisiklet yolunu isgal etmenin verdigi sikintiyla, oflaya puflaya Jaideep'in "dunyanin en kotu yatagi" ni kapinin onune atmama yardim etti. Kivir ziviri da hizla bosalttiktan sonra vedalastik koca Cinli Adamla.

Aradan bir yil ve 3 ay gecti...

Ama simdi bunlari dusunecek zaman yoktu. Unutmamaya calistigim seyleri hatirlamaya calisarak koca cantami sirtima taktim. Gitari bir elime, ve sonradan havaalaninda icindeki seylerin yarisindan cogunu atacagim bavulumu obur elime aldim. Limo'ya dogru yurudum, taksici yardim etti, genis bagaja attik essalari.

Arkami dondum ve cocuklara baktim. Her seferinde bu son bakislarin beni daha da fazla etkiledigini hissettim. Ama o ani uzatmanin da iskence oldugunun farkindaydim. Hemen kosup herkese sarildim, optum. Arabaya bindim ve gozyasi kokan ortami hizla terkettik. Cunku ben bile odunsu yapimi kaybetmek uzereydim.

Bir bucuk yil... Sevdik, agladik, asik olduk, kizdik, kavga ettik, ictik, kustuk... Beraber hayatimizin en sevimli donemlerinden birini gecirdik bu insanlarla. Iyi ki burada tum yaptigim seyleri ic sesleri defterime ayrintilariyla yazmisim diye dusundum.

Guillaume' a gidecegimi soylerken hatirliyorum kendimi. Isimi birakip, evimi terkedip, pili pirti toplayip, sevdigim kizin yanina gidecegim diye anlatirken yuzume bakti ve : "This is a big mistake" dedi. Kendince sebepleri vardi tabii ki, bundan sonra beni Borat'in kuzeni olarak kullanamayacakti. Dogum gununde bir hayli icip, Madison denen yere gittigimizde sarhoslugun verdigi cesaretle tanismak istedigi kizlarin yanina gidip beni Borat'in kuzeni olarak tanitaraktan (Turkum falan diye heralde) muhabbete girmeye calismisti.

Sonucta ben isimi iki hafta icinde biraktim, evimi bir baska cocuga kiraladim, bilgisayari ve amfiyi sattim, butun belgeleri derledim topladim, vizelere basvurdum ve Kuzey Amerika kitasindan ayrildim. Bugune kadar bu blogda yazdigim tum seyler kadar cok sey yazabilirim su an zamanim olsa, insanlari anlatabilirim, huzuru, gittigimiz yerleri, balkonda icmeyi, verandada oturmayi, gunun keyfi, spor, salsa, Adele, Patrick, balkon, Jaideep, balkon ve veranda, Annie, veranda, balkon, bira, verandadan insanlara laf atmak ve yaz aksamlari serin hava ve balkonda yemek... Anlat anlat bitmez. Belki zamanla. Parca parca yaparim.

Sevdigim kizin yanina, Londra'ya tasinmayi basardim. Hersey 3 hafta icinde gerceklesti. Psikolojik ve fiziksel olarak adapte olmasi cok zor birsey gibi gorunse de hersey yolunda. Kavustuk.