Onu bir sene once gormeye gitmistim. Zor bir yolculuk olmustu ama degmisti. Dogali birkac ay olmus bir yegendi o zaman. Beni gorunce ziplama aletinde deli gibi ziplamisti. Adi Baran.
Ankara'da onu tekrar gorme firsatim oldu. Buyumus ve tam en sevimli olduklari yasa gelmis.
Simdi benim gecmis deneyimlerimden soyle bir huyum var. Ben bebek ve cocuklardan korkarim. Onlara zarar gelicek diye korkarim. Anneleri tutarken bile korkarim, duserler diye, yok elinden kayar diye. En rahat oldugum zaman yataklarinda ya da kundaklarinda uyur olduklari zamandir (gerci anladigim kadariyla herkes icin oyle). Biraz buyuyup kosusturduklari zaman da korkarim ki dusucekler, basicam, bisiy olucak diye. O yuzden kucuk birisi yaklasirken kaskati dururum ve herhangi bir ev esyasina benzemeye calisirim. O zaman bana tirmanip dusmeleriyle sandalyeden atlayarak dusmeleri ayni sey olur diye dusunurum. Ama tabi dusmelerine hic izin vermem, aglayarak annelerine teslim edilirler. Anneleri de tekrar yere koyar, ayni seyler bastan baslar...
Neyse bu sefer oyle olmadi. Neden bilmiyorum. Belki kan bagindandir. Ilk karsilastigimizda ben yine bir esyaya donusmustum. Ama Baran deneyimli oldugundan ve herkes sandalyeden fazla tepki verdigi icin bana da ayni sekilde davranmaya basladi. Ben de caktirmayayim diyerekten kucagima aldim. Sonra bir anda sanki yillardir bu isi yapiyormusum gibi oldu. Kosup oynamaya basladik.
Oncelikle henuz konusmayan bir cocugun anlatim gucune hayran olmamak elde degil. Sadece hareketlerle ve seslerle bana sevdigi oyunu ogretti, oynatti, beraber yarim bir gunu gecirdik. Bu oyunda "buyuk"(yani ben, daha sonralari yerime baskalari da gecti) koridorun bir basinda duruyor. Baran koridorun obur ucuna gidip duvara dokunduktan sonra kosarak geliyor. Baran "buyuk" e ulastigi zaman, kucaklanip mumkun oldugunca havaya kaldirilmasi, sonra da yere indirilmesi gerekiyor ki iner inmez koridorun obur basina giderek oyunu yeniden baslatabilsin. Kolay gibi gorunuyor di mi... 30. seferden sonra oyunu birakmaya calistigimda izin vermedi. Artik kollarim Barani kaldirip indirmekten yorulmustu. Fakat O kosmaktan hic yorulmamisti.
Sonra benim yerime baska bir kuzen ve ondan sonra da onun kocasi gecti, arada Baran'in babasi da birkac kaldiris yapti. Ve sonunda aksam olmustu ve yemek zamani gelmisti. Bu ayni zamanda yemek yedirmekten sorumlu baska bir takimin gorev zamaninin gelmesi ve oynamaktan sorumlu takimin, yani bizim bir sure dinlenebilecegimiz anlamina geliyor. 3 kisi bir koltuga yigilip yemek yedirilisini izledik. Hepimiz tukenmis, dort gozle uyumayi bekliyorduk, saat 6ydi.
Yemek yedirmek ayri bir disiplin ve oynamaktan cok daha fazla beceri gerektiriyor. Oncelikle kesinlikle televizyon acilip bir cizgi film bulunmak zorunda. Cizgi olmayan hicbirsey ilgisini cekmiyor. Ama cizgi film baslayinca bir anda bambaska bir insan oluyor oturdugu yerden kalkmiyor, agzina gelen seyleri yiyiyor ve butun bu sure boyunca gozlerini hic TVden ayirmiyor. En sevdigi dizilerden birisi de benim calistigim bir TV dizisi - Super Readers. Calisirken bunu kim izler diye dusunmustum, hic bu kadar ise yarayacagini tahmin etmezdim. Tam bir cocuk uyusturucusuymus. ve yemek yediricisi.
Koltukta baygin bir sekilde bakarken cocuktaki bu kadar enerjiyi sonumleyecek karsi enerjinin buyuklugunu dusundum. Bir insanin tam zamanli isi gibi birsey. Sadece sabah kalkmadan aksam yatmaya kadar calisiyorsun. Bir de bundan iki tane var. Arti para kazanilmasi lazim. Biri tam zamanli biri yarim zamanli calisan ebeveynlerin, yani kuzenlerimin ve anne-babamin onunde saygiyla egilmek isterim.
Wednesday, January 20, 2010
Monday, November 16, 2009
Oggg yeeee
Peki,
Simdi ne olacak?
Richard Williams'i gormeye gittim. Kendisi animasyon camiasinin en kral amcalarindan biridir. Milt Kahl ve Chuck Jones'la calismis, onlarin bircok teknigini ve gorgusunu kapmis dunyadaki tek insan. Yazdigi kitap tum dunyada animasyon ogrencilerinin ve hatta profesyonellerin hayatini kurtarmis. Zaten kitabin adi da bu: Animators survival kit.
Milt Kahl olmeden once onu ziyaret eder ve Kahl'in cizdigi anakarelerin aralarini doldururmus. Kahl hep yanlis birseyler gorurmus ve duzeltirmis. Ancak sonlara dogru ogrenmeyi basardigini soyledi Williams. Bu oldugunda Williams 50 yasinda... Artik Milt Kahl hata bulamiyormus cizimlerde.
Sonra kazandigi bu birikimi bize aktarmis ve boylece kitap ortaya cikmis. Kitap gercekten cok iyi, ozellikle uzatilmis versiyonunda 4ayaklilar ve bazi detaylar var. aslinda bir de dvd seti satiyor. Fiyati astronomik, ama olsun sanirim profesyonelleri ya da okullari hedefliyor. Ben okul olsam alirdim.
Birkac onemli sey soyledi. Bunlardan birisi gecim derdi yuzunden hep reklamlarla ugrasmak zorunda kaldigi. Sonunda, bu gunlerde, kendi filmini yapmaya baslamis. Bu adam 76 yasinda. "Ne zaman gorucez?" diye sorduk. Birkac seneyeymis. "Yasarsam..." dedi. "If I live".
Bu bizim islerde buyuk bir sorun. Herkes aklindaki super fikri, cizgi filmi, karakteri, oykuyu anlatmak ve uretmek istiyor. Fekat bunlar hicbir zaman para getirmiyor, eninde sonunda ticarilesmek zorunda kaliyoruz.
Birkac ay once gittigim Michael Dudok de Wit de tamamen ayni seyi soyledi. Dunyanin sayili animator ve film yapicilarindan birisi olmasina ragmen 2 sene sonra kendini nasil gecindirecegini bilmedigini soyledi. Aynen boyle soyledi. Ve ben yamuldum. Dudok de Wit gercekten de alemin krali bir adam.
Cozum nedir?
Cabalamaya devam...
Simdi ne olacak?
Richard Williams'i gormeye gittim. Kendisi animasyon camiasinin en kral amcalarindan biridir. Milt Kahl ve Chuck Jones'la calismis, onlarin bircok teknigini ve gorgusunu kapmis dunyadaki tek insan. Yazdigi kitap tum dunyada animasyon ogrencilerinin ve hatta profesyonellerin hayatini kurtarmis. Zaten kitabin adi da bu: Animators survival kit.
Milt Kahl olmeden once onu ziyaret eder ve Kahl'in cizdigi anakarelerin aralarini doldururmus. Kahl hep yanlis birseyler gorurmus ve duzeltirmis. Ancak sonlara dogru ogrenmeyi basardigini soyledi Williams. Bu oldugunda Williams 50 yasinda... Artik Milt Kahl hata bulamiyormus cizimlerde.
Sonra kazandigi bu birikimi bize aktarmis ve boylece kitap ortaya cikmis. Kitap gercekten cok iyi, ozellikle uzatilmis versiyonunda 4ayaklilar ve bazi detaylar var. aslinda bir de dvd seti satiyor. Fiyati astronomik, ama olsun sanirim profesyonelleri ya da okullari hedefliyor. Ben okul olsam alirdim.
Birkac onemli sey soyledi. Bunlardan birisi gecim derdi yuzunden hep reklamlarla ugrasmak zorunda kaldigi. Sonunda, bu gunlerde, kendi filmini yapmaya baslamis. Bu adam 76 yasinda. "Ne zaman gorucez?" diye sorduk. Birkac seneyeymis. "Yasarsam..." dedi. "If I live".
Bu bizim islerde buyuk bir sorun. Herkes aklindaki super fikri, cizgi filmi, karakteri, oykuyu anlatmak ve uretmek istiyor. Fekat bunlar hicbir zaman para getirmiyor, eninde sonunda ticarilesmek zorunda kaliyoruz.
Birkac ay once gittigim Michael Dudok de Wit de tamamen ayni seyi soyledi. Dunyanin sayili animator ve film yapicilarindan birisi olmasina ragmen 2 sene sonra kendini nasil gecindirecegini bilmedigini soyledi. Aynen boyle soyledi. Ve ben yamuldum. Dudok de Wit gercekten de alemin krali bir adam.
Cozum nedir?
Cabalamaya devam...
Tuesday, October 06, 2009
Google dalgasi
Google dalgasi son zamanlarda dinlerken dehsete dustugum videolardan sadece birisi. (Son zamanlarda cok solcu videolar dinledim). Tabii ki dehsete dusme sebebim google muhendislerinin tahmin ettiklerinden cok farkli.
Anafikir soyle: blog, email, chat, resim, video cesitinden her turlu veriyi ayni anda paylasip kullanabildigimiz ve herkesin hep beraber kullanip belgeleri degistirebildigi bir "dalga". Bu "dalga" ayni zamanda isleriniz icin de kullanabilecegimiz bir arac. konusmalari dosyalara ceviriyor, takvimler olusturuyor, kendi kendine yazdigimiz yazilari duzeltip istedigimiz insanlara gonderiyor. Is planlama ve dokumantasyonu icin bu "dalga" yi her turlu mobil aletten de kullanabiliyoruz.
Google kendinden o kadar emin ki, altyapiyi olusturduktan sonra herseyi "open source" yapiyor, ve bize istedigimiz uygulamayi gelistirme firsati veriyor. Bu cok zekice bir hareket, boylece bu sistem her ise yaramaya baslayip, memleketin her kosesine girecek. "Dalga" ayni zamanda dil sorununu cozuyor. es zamanli ceviri yaparaktan fransiz arkadasinizla duraksamadan chat yapmanizi sagliyor.
Iki dakikada bir durup alkis bekleyen Google muhendisleri bir ara "merak etmeyin, valla datalariniz bizim serverimiza gelmicek" tadinda seyler soylese de iste google'in voliyi vurdugu yer burasi. Her ise yarayan bu alet 1,668,870,408 kisinin (bu kisilerin cogu middle class professional dedigimiz kodaman sirketlerin somurmeyi en cok sevdigi kesimden, hayatini bilgisayar karsisinda geciren, kredi kartiyla amazondan siparis verip is adresine gonderten bir kitle) hayatlari hakkinda sinirsiz bilgiye sahip olacak. Nereye gittigimizi, kiminle gittigimizi, ne yedigimizi, neyi sevdigimizi ve hatta artik ne isle ugrastigimizi, kiminle kaca anlastigimizi, ne zaman toplanti yapacagimizi bile biliyor olacak.
Bilse noolcak ki? zaten biliyor.
Belki de.
"Information asymmetry" ekonomi dahil bir cok alanda kullanilan bir terim; taraflardan birinin digerinden daha cok bilgiye sahip olmasi demek. Ben oldum olasi bu "information asymmetry" den para kazananlara sinir olmusumdur. Mesela emlakci evlerin nerede kac para oldugunu bildiginden ve ben bilmedigimden dolayi bir suru para kazanmakta ve bence bunu haketmiyor. Ayni sekilde bir kafa-avcisiyla takistigimi hatirliyorum. Mesela is bulmak icin tasarlanmis siteler var: Linked-in. Bu linked-ine tum bilgilerini veriyorsunuz, sizin gibi bir eleman arayan sirketler sizi bulsun diye. Ayni zamanda sizi taniyan insanlari ve onlari taniyan insanlari da bulabiliyorsunuz bu agdan. Bir de sirketlere buldugu her calisan icin 3000£ kazanan adamlar var=recruiter. Recruiter sizi ekliyor, ve kontaklariniza bakip onlari da agina ekliyor. Sonra ayni seyi siz yapmaya calisinca buna izin vermiyor. cunku sattigi sey zaten o kontaklar.
Herneyse bu internet geldiginde, bilgi sayesinde bedava para kazanan insanlar yokolur sanmistim. yani ev almak istediginizde internet sitesinden arattirip buluyor olup, emlakci denen adami yok etmemiz gerekiyordu bana gore. Fekat tam tersi oldu. Bu sefer emlakcinin isini yapip onun parasini kazanan internet siteleri cikti. Daha ucuz olsa da somurulmeye devam ettik. Sonucta boyle bir ortamda tum bilgileri elinde tutan bir tekel istemeyiz bence. Uzun vadede Google "dalga"si kicimiz(d)a patlayacak gibi gozukuyor.
Anafikir soyle: blog, email, chat, resim, video cesitinden her turlu veriyi ayni anda paylasip kullanabildigimiz ve herkesin hep beraber kullanip belgeleri degistirebildigi bir "dalga". Bu "dalga" ayni zamanda isleriniz icin de kullanabilecegimiz bir arac. konusmalari dosyalara ceviriyor, takvimler olusturuyor, kendi kendine yazdigimiz yazilari duzeltip istedigimiz insanlara gonderiyor. Is planlama ve dokumantasyonu icin bu "dalga" yi her turlu mobil aletten de kullanabiliyoruz.
Google kendinden o kadar emin ki, altyapiyi olusturduktan sonra herseyi "open source" yapiyor, ve bize istedigimiz uygulamayi gelistirme firsati veriyor. Bu cok zekice bir hareket, boylece bu sistem her ise yaramaya baslayip, memleketin her kosesine girecek. "Dalga" ayni zamanda dil sorununu cozuyor. es zamanli ceviri yaparaktan fransiz arkadasinizla duraksamadan chat yapmanizi sagliyor.
Iki dakikada bir durup alkis bekleyen Google muhendisleri bir ara "merak etmeyin, valla datalariniz bizim serverimiza gelmicek" tadinda seyler soylese de iste google'in voliyi vurdugu yer burasi. Her ise yarayan bu alet 1,668,870,408 kisinin (bu kisilerin cogu middle class professional dedigimiz kodaman sirketlerin somurmeyi en cok sevdigi kesimden, hayatini bilgisayar karsisinda geciren, kredi kartiyla amazondan siparis verip is adresine gonderten bir kitle) hayatlari hakkinda sinirsiz bilgiye sahip olacak. Nereye gittigimizi, kiminle gittigimizi, ne yedigimizi, neyi sevdigimizi ve hatta artik ne isle ugrastigimizi, kiminle kaca anlastigimizi, ne zaman toplanti yapacagimizi bile biliyor olacak.
Bilse noolcak ki? zaten biliyor.
Belki de.
"Information asymmetry" ekonomi dahil bir cok alanda kullanilan bir terim; taraflardan birinin digerinden daha cok bilgiye sahip olmasi demek. Ben oldum olasi bu "information asymmetry" den para kazananlara sinir olmusumdur. Mesela emlakci evlerin nerede kac para oldugunu bildiginden ve ben bilmedigimden dolayi bir suru para kazanmakta ve bence bunu haketmiyor. Ayni sekilde bir kafa-avcisiyla takistigimi hatirliyorum. Mesela is bulmak icin tasarlanmis siteler var: Linked-in. Bu linked-ine tum bilgilerini veriyorsunuz, sizin gibi bir eleman arayan sirketler sizi bulsun diye. Ayni zamanda sizi taniyan insanlari ve onlari taniyan insanlari da bulabiliyorsunuz bu agdan. Bir de sirketlere buldugu her calisan icin 3000£ kazanan adamlar var=recruiter. Recruiter sizi ekliyor, ve kontaklariniza bakip onlari da agina ekliyor. Sonra ayni seyi siz yapmaya calisinca buna izin vermiyor. cunku sattigi sey zaten o kontaklar.
Herneyse bu internet geldiginde, bilgi sayesinde bedava para kazanan insanlar yokolur sanmistim. yani ev almak istediginizde internet sitesinden arattirip buluyor olup, emlakci denen adami yok etmemiz gerekiyordu bana gore. Fekat tam tersi oldu. Bu sefer emlakcinin isini yapip onun parasini kazanan internet siteleri cikti. Daha ucuz olsa da somurulmeye devam ettik. Sonucta boyle bir ortamda tum bilgileri elinde tutan bir tekel istemeyiz bence. Uzun vadede Google "dalga"si kicimiz(d)a patlayacak gibi gozukuyor.
Friday, October 02, 2009
Tapas + Sarap = Verimsiz Cuma Ogleden Sonrasi
Saniyeler gecmek bilmiyor. Gun bitmiyor. Kafam cok agirlasti. Allahtan cok kazik bir is yapmiyorum. Brad'in hayvani guclu kahvesi bile cok etkilemedi. Ustelik gun daha bitmedi, aksam Newcastle birasi icmem gerekiyor. Bir yandan patronlar blog yazdigimi gorur diye tirsiyorum, bir yandan bitmek bilmeyen bir cuma gununun gecmesini bekliyorum. Az once hayvani bir kritik aldim zaten, daha cok calismam gerekiyormus...
Kucuk ahtapotlar yedik bugun. cok guzellerdi. kucucuk elleri var. kocaman kafalari var. ceviz kadar. yagda kizarmislar. corozyo da yedik, ispanyol sucugu. cok ictik. sonra ise geri geldik. is bitmiyor. eve gitmek istiyorum. bugun sila yok bunu firsat bilip kirmizi et yemem lazim. ihahahaha. ben artik hep sebze yiyorum. salata da yiyiyorum. sonra bazen canim et istiyor. et cevreye ve kendine zararli diye kandirdilar beni. kandim. yemiyorum. ama sonra bugun canim istedi. yicem. Allaaam hala 3 dakka var...
Kucuk ahtapotlar yedik bugun. cok guzellerdi. kucucuk elleri var. kocaman kafalari var. ceviz kadar. yagda kizarmislar. corozyo da yedik, ispanyol sucugu. cok ictik. sonra ise geri geldik. is bitmiyor. eve gitmek istiyorum. bugun sila yok bunu firsat bilip kirmizi et yemem lazim. ihahahaha. ben artik hep sebze yiyorum. salata da yiyiyorum. sonra bazen canim et istiyor. et cevreye ve kendine zararli diye kandirdilar beni. kandim. yemiyorum. ama sonra bugun canim istedi. yicem. Allaaam hala 3 dakka var...
Tuesday, September 01, 2009
Irsiz
Gecen ay bize hirsiz girdi, daha dogrusu girmis. Biz yokken kapiyi kirmis. Birkac birsey calmis ama evdeki en degerli sey kapiydi. Ev sahibi buna cok uzuldu.
Polis geldi, parmak izi aradi, ama bulamadi, eldiven kullanmislar. Kapiyi ise "tekme" ile kirmislar. O yuzden ayakkabi izi alabildiler. Ayakkabinin markasini bile bilmiyoruz ama zaten ayakkabi izi ne ise yaricak hic anlamamistim ben.
Hirsiz cok garip seyler calmis. mesela silanin taa 2004 ten kalma laptopu vardi. bu laptop o kadar bozuktu ki, ne pili calisiyordu, ne kendisine format atilabiliyordu (kendini kapatiyor format atmaya calisinca). acilmasi bi 5-10 dakika aliyor, skype i calistirmak en az 3 dakka suruyordu. bu bilgisayarin karsisinda cok kereler "suna bisey olsa da yenisini alsak allahin belasi diye" soylenmisligim vardir, hatta ustune resim bile cizmistim...
Sonra benim birkac sene once aldigim dandirik bir dijital fotograf makinesi vardi. bu makine o kadar eskimisti ki objektifi toz ve pislik doluydu. daha bir ay once falan objektifi temizliyeyim diye gozluk bezini surttugumde bir yag ve kir tabakasiyla karsilastim. kucuk toprak parcaciklari lensi iyice cizdi. zaten resim cektigimde tozlari resimde gorebiliyordum. sag alt ortaya dogruydu. tozu hep guzel yerlere denk getirmeye ozen gosterirdim resim cekerken. hirsiz bunu calmis fakat sarj aletini unutmus.
Bir sise sampanyamiz, 2lt de rakimiz vardi ayiptir soylemesi. Sampanya hediyeydi ve ozel bir gunde iceriz diye bekliyorduk. bunlar gitmis. ha biraz icilmis vodkamiz vardi. neyse ki onu birakmis hirsiz.
Bozukluklari biriktirdigimiz bir kova gibi birsey vardi. daha dogrusu tekirdag rakisi kutusu. Hepsi 1p, 2p, 5-10 falan olan bir tomar para. bi kac kilo vardir ama toplasan 20 para cikmaz. bunlari da almislar.
bozuk bir saat ve de bulabildikleri nakit paralari da alip kacmislar.
tabii ki psikolojik kismi rahatsiz edici. insanin evine giriyorlar. ustelik benim gitar, pedal ve amfiyi de goturuyorlarmis ki korkup kacmislar. silanin pasaportunu bulup oraya atmislar. banka cuzdanlari vs... hersey dagitilmis. hic guzel degil. sinir olduk ve nefret ettik. ben hirsiz alarmi aldim. yanliz onun yuzunden eve giremiyoruz. hala nasil calistigini anlamadik. dugmelere basiyoruz basiyoruz yine de otup ortaligi ayaga kaldiriyor. eve kim sonra gelcek diye yarisiyoruz. su aralar biraz daha iyi, ben biraz cozdum gibi, eve ilk ben geliyorum hep...
hirsiz ise eminim bilgisayarin acilmasini beklerken bunalima girip rakilara dadanmis, alkolik olmustur. bozuk paralarla kendine pizza almis son fotograflarini cekerken lcd deki lekenin niye gitmedigini merak etmeye baslamistir. kafasinda paralansin hepsi...
Polis geldi, parmak izi aradi, ama bulamadi, eldiven kullanmislar. Kapiyi ise "tekme" ile kirmislar. O yuzden ayakkabi izi alabildiler. Ayakkabinin markasini bile bilmiyoruz ama zaten ayakkabi izi ne ise yaricak hic anlamamistim ben.
Hirsiz cok garip seyler calmis. mesela silanin taa 2004 ten kalma laptopu vardi. bu laptop o kadar bozuktu ki, ne pili calisiyordu, ne kendisine format atilabiliyordu (kendini kapatiyor format atmaya calisinca). acilmasi bi 5-10 dakika aliyor, skype i calistirmak en az 3 dakka suruyordu. bu bilgisayarin karsisinda cok kereler "suna bisey olsa da yenisini alsak allahin belasi diye" soylenmisligim vardir, hatta ustune resim bile cizmistim...
Sonra benim birkac sene once aldigim dandirik bir dijital fotograf makinesi vardi. bu makine o kadar eskimisti ki objektifi toz ve pislik doluydu. daha bir ay once falan objektifi temizliyeyim diye gozluk bezini surttugumde bir yag ve kir tabakasiyla karsilastim. kucuk toprak parcaciklari lensi iyice cizdi. zaten resim cektigimde tozlari resimde gorebiliyordum. sag alt ortaya dogruydu. tozu hep guzel yerlere denk getirmeye ozen gosterirdim resim cekerken. hirsiz bunu calmis fakat sarj aletini unutmus.
Bir sise sampanyamiz, 2lt de rakimiz vardi ayiptir soylemesi. Sampanya hediyeydi ve ozel bir gunde iceriz diye bekliyorduk. bunlar gitmis. ha biraz icilmis vodkamiz vardi. neyse ki onu birakmis hirsiz.
Bozukluklari biriktirdigimiz bir kova gibi birsey vardi. daha dogrusu tekirdag rakisi kutusu. Hepsi 1p, 2p, 5-10 falan olan bir tomar para. bi kac kilo vardir ama toplasan 20 para cikmaz. bunlari da almislar.
bozuk bir saat ve de bulabildikleri nakit paralari da alip kacmislar.
tabii ki psikolojik kismi rahatsiz edici. insanin evine giriyorlar. ustelik benim gitar, pedal ve amfiyi de goturuyorlarmis ki korkup kacmislar. silanin pasaportunu bulup oraya atmislar. banka cuzdanlari vs... hersey dagitilmis. hic guzel degil. sinir olduk ve nefret ettik. ben hirsiz alarmi aldim. yanliz onun yuzunden eve giremiyoruz. hala nasil calistigini anlamadik. dugmelere basiyoruz basiyoruz yine de otup ortaligi ayaga kaldiriyor. eve kim sonra gelcek diye yarisiyoruz. su aralar biraz daha iyi, ben biraz cozdum gibi, eve ilk ben geliyorum hep...
hirsiz ise eminim bilgisayarin acilmasini beklerken bunalima girip rakilara dadanmis, alkolik olmustur. bozuk paralarla kendine pizza almis son fotograflarini cekerken lcd deki lekenin niye gitmedigini merak etmeye baslamistir. kafasinda paralansin hepsi...
Thursday, July 23, 2009
Kuresel isinma, cevre ve oteki seyler...
Binbir tane belgesel yapildi, milyon tane kampanya var, her sene toplu olarak dunya liderleri duyarliliga cagiriliyor, cevreyi koruyalim, dunyayi isittiniz patlaticaksiniz diyerekten.
Biz korkuyoruz, dunya 1 derece isindi, kutuplar eriyor, denizler yukseliyor, kutup ayilari oluyor diyerekten. Savaslar cikacak diyorlar. Dogal kaynaklar yuzunden, su yuzunden, aclik yuzunden...
Ben ise bunu zaten cok onceden soylemistim. Savaslar cikacak tabii ki. Sanki 20 yildir petrol yuzunden hic cikmiyor... Bugun petrol yarin su... Ve dunya da isinmaya devam edecek. Siz suyu ya da elektrigi kapatinca, araba kullanmayinca, geri donusum yapinca ya da et yemeyince dunya kurtulmuyor. Sadece belki birkac gun daha kazaniyor. Bu saatten sonra gaz cikarsaniz bile dunyaya zarar (Gercekten, metan...).
Cunku cok fazla kisi olduk. 100 yil once 1.5 milyar insanken simdi 6.5 milyar kisiyiz. 2050 de cok daha fazla kisi olucaz. Tavsan gibi uruyoruz. Kimsenin oldugu falan yok, modern tip eskisine oranla herkesi iyilestiriyor. Artik 80 yasina kadar yasiyoruz. Sonucta insanlik olarak biriktik. Hepimizin ayni anda araba kullanirken hamburger yiyerek gaz cikardigimizi dusunursek bu dunya cok dayanmaz. Hadi insanligi egittik, herkes bisiklete binip salata yiyiyor, yine de hep beraber gaz cikararak dunyanin sicakligini arttiriyor olacagiz. Dolayisiyla bence daha guclu onlemler gerekiyor.
Dunyanin kendi kendine devinerek bir gok tasi carpana kadar yasayabilmesinin tek yolu insan sayisini sabit tutmak. Bunu da ureme haklarini ellerinden alarak yapabiliriz. Dunyayi ele gecirdigimde ilk kurallardan birisi bu olacak. Bir kisi gider bir kisi gelir. Pek humanist olmasa da insanlari kisirlastirmak ise yarayabilir. Tabi buna baslamadan once bir tur toplu imha yontemiyle insanlarin cogundan kurtulmamiz gerekiyor.
Insanlik olarak neslimizin tukenmesinden korkmayalim. Dunyaya gelmis turlerin %90 i coktan yokoldu. Zamanimiz gelince biz de ayni sekilde yokolacagiz. Belki azalacagiz, bir kacimiz evrim gecirip kurtulacak ve degisecek. Ama eninde sonunda kisa bir zaman icinde buyuk bir kismimiz yokolacak. Gezegende o kadar yer yok.
O yuzden... Cok da kasmayalim...
Biz korkuyoruz, dunya 1 derece isindi, kutuplar eriyor, denizler yukseliyor, kutup ayilari oluyor diyerekten. Savaslar cikacak diyorlar. Dogal kaynaklar yuzunden, su yuzunden, aclik yuzunden...
Ben ise bunu zaten cok onceden soylemistim. Savaslar cikacak tabii ki. Sanki 20 yildir petrol yuzunden hic cikmiyor... Bugun petrol yarin su... Ve dunya da isinmaya devam edecek. Siz suyu ya da elektrigi kapatinca, araba kullanmayinca, geri donusum yapinca ya da et yemeyince dunya kurtulmuyor. Sadece belki birkac gun daha kazaniyor. Bu saatten sonra gaz cikarsaniz bile dunyaya zarar (Gercekten, metan...).
Cunku cok fazla kisi olduk. 100 yil once 1.5 milyar insanken simdi 6.5 milyar kisiyiz. 2050 de cok daha fazla kisi olucaz. Tavsan gibi uruyoruz. Kimsenin oldugu falan yok, modern tip eskisine oranla herkesi iyilestiriyor. Artik 80 yasina kadar yasiyoruz. Sonucta insanlik olarak biriktik. Hepimizin ayni anda araba kullanirken hamburger yiyerek gaz cikardigimizi dusunursek bu dunya cok dayanmaz. Hadi insanligi egittik, herkes bisiklete binip salata yiyiyor, yine de hep beraber gaz cikararak dunyanin sicakligini arttiriyor olacagiz. Dolayisiyla bence daha guclu onlemler gerekiyor.
Dunyanin kendi kendine devinerek bir gok tasi carpana kadar yasayabilmesinin tek yolu insan sayisini sabit tutmak. Bunu da ureme haklarini ellerinden alarak yapabiliriz. Dunyayi ele gecirdigimde ilk kurallardan birisi bu olacak. Bir kisi gider bir kisi gelir. Pek humanist olmasa da insanlari kisirlastirmak ise yarayabilir. Tabi buna baslamadan once bir tur toplu imha yontemiyle insanlarin cogundan kurtulmamiz gerekiyor.
Insanlik olarak neslimizin tukenmesinden korkmayalim. Dunyaya gelmis turlerin %90 i coktan yokoldu. Zamanimiz gelince biz de ayni sekilde yokolacagiz. Belki azalacagiz, bir kacimiz evrim gecirip kurtulacak ve degisecek. Ama eninde sonunda kisa bir zaman icinde buyuk bir kismimiz yokolacak. Gezegende o kadar yer yok.
O yuzden... Cok da kasmayalim...
Wednesday, June 24, 2009
1 yil
En son 31 temmuz 2008 de yazmisim. Bir yil olmus.
Bir yildir cok fazla sey oldu, cok fazla sey oluyor ve olucak. Ahbapin kafasi tum bunlari alacak kadar buyuk degil.
Ama isler, gucler, filmler, muzikler, geziler, eglenceler, bissuru seyler yaptim. Bunlari yaparken cok da fazla kayidini tutacak vaktim olmadi.
Belki bu sene olur.
Bir yildir cok fazla sey oldu, cok fazla sey oluyor ve olucak. Ahbapin kafasi tum bunlari alacak kadar buyuk degil.
Ama isler, gucler, filmler, muzikler, geziler, eglenceler, bissuru seyler yaptim. Bunlari yaparken cok da fazla kayidini tutacak vaktim olmadi.
Belki bu sene olur.
Thursday, July 31, 2008
Kuresel isinirken eglence sektoru
Kent (reklamcidir kendisi) ile is cikisi bulusup bir bira ictik. Gecen muhabbeti aynen yaziyorum:
Ben: Keske daha fonksiyonel birseyler yapiyor olsaydik.
Kent: Nasil yani?
Ben: Yani... cizgi filmle ugrasiyoruz. Dunya gittikce isiniyor ve yakinda kaynaklar iyice tukenecek. Belki denizler yukselecek ve biz kucuk gemilerde yasayacagiz. Belki bir sekilde bir takim zanaatlar daha degerli hale gelecek; mesela gemi yapmak, ya da yelken, ya da az suyla bitki yetistirmek, ya da birilerini iyilestirmek ya da bir seyden su uretmek gibi. Ama yine de biz eglence sektorundeyiz. Ya da savaslar cikacak. Insanlar sehirleri yokedecek, televizyonlar ve sinemalar yikilacak ve insanlar hayatta kalmaya calisiyor olacaklar. Biz ise cok daha fuzuli bir is yapiyoruz, onlari eglendiriyoruz.
Kent: Merak etme Arda. Eminim son ev yikilirken birileri icinde kanali degistirip en sevdigi TV dizisini acmaya calisiyor olacak.
Arda: ...
Kent: ...
Ben: Keske daha fonksiyonel birseyler yapiyor olsaydik.
Kent: Nasil yani?
Ben: Yani... cizgi filmle ugrasiyoruz. Dunya gittikce isiniyor ve yakinda kaynaklar iyice tukenecek. Belki denizler yukselecek ve biz kucuk gemilerde yasayacagiz. Belki bir sekilde bir takim zanaatlar daha degerli hale gelecek; mesela gemi yapmak, ya da yelken, ya da az suyla bitki yetistirmek, ya da birilerini iyilestirmek ya da bir seyden su uretmek gibi. Ama yine de biz eglence sektorundeyiz. Ya da savaslar cikacak. Insanlar sehirleri yokedecek, televizyonlar ve sinemalar yikilacak ve insanlar hayatta kalmaya calisiyor olacaklar. Biz ise cok daha fuzuli bir is yapiyoruz, onlari eglendiriyoruz.
Kent: Merak etme Arda. Eminim son ev yikilirken birileri icinde kanali degistirip en sevdigi TV dizisini acmaya calisiyor olacak.
Arda: ...
Kent: ...
Wednesday, July 16, 2008
Dondante
Cok igrenc bir is gununun ardindan, saat tam 5:59 da icimden 'sonundaaaa' diye bagirmis, saat tam 6:01 de bilgisayari kapatmis merdivenlerden segirttirerek buz gibi sokaga coktan cikmistim. Iste bir saniye bile daha fazla kalmamak icin paltomu sirtima alip disari kendimi atar, disarda giyinirdim. Yanliz isten cikinca da bir bosluga dustum, cunku eve de gitmek istemiyorum. Eve git, ise git, eve git, ise git, zaten canim burnumda, herkesten uzaktayim, is dandirik... Yeter ulen. Ordan haber bekliyorum, burdan pasaport, ordan vize, burdan izin anneden email, sevgiliden telefon... diye dusunerekten, ismi Chapters olan kocaman bir kitapci, kafe, cdci vs... dukkanina daldim ve rastgele kitaplara bakmaya basladim. Icimden birkac kitaba saydirdim, adamin teki eskiz defterini bastirmis... Eskizler de gayet boktan. Buna gelene kadar benim tanidigim 10 kisi kitabini basardi... Best sellerlarin seviyesi her zamankinden dusuk... Belli belirsiz bir muzik caliyor. Bir an aklima endiseyle bekledigim belgeler geldi, karnim agridi, icimden 'Allah kahretsin' dedim ve "CAT" diye trampet sesi esliginde "Yuuuu meeeeyd miiiii vooooorrrriiiid" diye bagiraraktan bu adam girdi (tabi ben bunu cok sonradan bulacaktim).
Bir anda tum duygularima tercuman oldu bu muzik. Eli kolu bagli kalmis, zaman ve dunyaya karsi ezilmis, bi kurtulsa herseyin agzina sicicak ama bi turlu kurtulamayan, kurtulamamasinin sebebi de savasamayacagi seyler olan, ya da beklemesini gerektiren adam muzigi.
Nakarattan sonra kim oldugunu ogrenmek icin hemen kasaya gittim, sirayi beklerken icimden onumdeki kadina acele etmesi icin saydiriyordum. Kasadaki kiza "bu calan kim biliyor musunuz?" dedim, "bilmem" dedi, "kim bilir?" dedim, "yukarda cdci var o bilir" dedi, kosarak yukari ciktim, ki sarki bitti. Telasla cd satan adamin yerine girip, "biraz once calan kimdi?" diyerek ustune yurudum. Adam hemen cdyi cikardi. Baktim, My Morning Jacket isimli bir grup. Tamam simdi ben eve gider bunlarin butun sarkilarini indiririm internetten.
Ama bi dakka. Ayip ulan. Adamlar sana hayatinin birkac dakikasini olumsuz hale getiricek birtur deneyim sundular. Ben hala uc kurusun pesindeyim. Sonra sordum kac lira CD, 12 paraymis, tamam, aliyorum ben bunu, umarim o sarki bunun icindedir, icinde icinde merak etme, buyrun 12 para. Uzun sureden beri aldigim ilk CD. Eve gidip dinledim, dinlettim, caldim sevdigim sarki olan Dondante'yi.
Sevdigim kizla beraber gecenlerde konserine gittik. Londraya geldiler. Cok leziz bir konserdi. Dondante calinirken eski gunleri hatirladim. Bunalim zamanlari... Sonra da dedim ki her zamanin bir duygusu ve bir sarkisi var hayatta. Bu sarkilari High Fidelity deki gibi bir siraya koymak ve her birinin hissettirdigi hislere gore hatirlamak gibi de utopik bir fikir var. hmmm.
Thursday, May 29, 2008
Kalimaagggg!!! Kalimaggggg!
"Dom dom siva! Dom dom siva!" diye dua eden zavalli koylunun kalbi birazdan korkunc buyucunun elleriyle yerinden cikarilip vahsi yerlilerden olusan kalabaliga gosterilecek. Sonra koylu lavlarin arasina indirilecek. Ve kalbi buyucunun elinde yanmaya baslayacak. Ve ben gozlerimi ve dikkatimi tekrar karnimda itinayla dovusturdugum G.I Joe adamiyla Luke Skywalkera verecegim. Beta videomuza bir sekilde kaydetmeyi basardigim Indiana Jones'u yuzlerce kez izledim cunku. Diger yuzlerce kez izledigim filmler arasinda (ki belki de film dunyasina yonelmemin sebebi de budur) Robocop, Rambo 2 ve Terminator 2 de vardir...
Herneyse Indy 4 baslarken bunlari hatirladim. Sonra beynimi kapatarak kendimi Spielbergle Lucas'in belki de son birkac isinden birine verdim ve en azindan bundan sonraki birbucuk saat boyunca kafamin dinlenecegini hayal ettim.
Filme gitmeden once calistigim yerdeki ustatlardan birine "indiana jones 4 u gormek istiyorum ama para vermek istemiyorum" dedigimde o da bana "ben de filmi gormek istemiyorum ama para vermek istiyorum" demisti. Derin adamdir kendisi. Animasyon yaparken palyaco burnu takiyor bazen.
Filmden cikip metroya dogru yururken ise beynim tekrar calismaya basladi ve bir anda yaslandigimi dusundum. Spielberg ve Lucas kucuk capta bir sinema tarihi yaratirken ben oradaydim. Tim Burton ilk Batman'i yaptiginda oradaydik. Jurassic Park'in sinemalara geldigi zamani hatirliyorum. Star Wars'u ilk defa TRT de izledim, cok guzeldi, son 3 bolumun boyle olacagini hayatta tahmin edemezdik. Sonra dunyaya Matrix ve The Cube gibi filmler geldi. Orumcek adamin en eski filmini izlerken cok heyecanlanmistim. Kimbilir bugunku 3lu seriyi gorsem nasil hissederdim o zamanlar?
Ve sonra, Rambo Vietnam ve Afganistani tarayip bitirdikten yillar sonra, Holivud sanki yaraticiliktaki ezikligini kanitlamak icin Silvestiri tekrar getirdi perdelere. Bruce Willis, Die Hard 4'u, Mel Gibson Lethal Weapon 4 u yapti. Butun bu seri, yillarca hedef kitlelerini pesinden kosturan yildizlarin nasil yaslandiklarini gosteriyor. kariyerlerinin sonuna yaklasirken bize belki de son bir kez (umarim) eski gunlerden bir esinti gonderdiler.
Dunya 80'ler 90'lar sinemasinin sonuna geliyor. Bitti. Spielberg, Lucas, bundan sonra bir iki kere daha blockbuster film yapar ve olurler. Gelecekten ise umitsizim. Yerleri Holivud tarafinda cok dolamayacak sanirim. Zaten tum zamanlarin en unlu gorsel efektcisi de oldu. Artik zayifiz cok.
Herneyse Indy 4 baslarken bunlari hatirladim. Sonra beynimi kapatarak kendimi Spielbergle Lucas'in belki de son birkac isinden birine verdim ve en azindan bundan sonraki birbucuk saat boyunca kafamin dinlenecegini hayal ettim.
Filme gitmeden once calistigim yerdeki ustatlardan birine "indiana jones 4 u gormek istiyorum ama para vermek istemiyorum" dedigimde o da bana "ben de filmi gormek istemiyorum ama para vermek istiyorum" demisti. Derin adamdir kendisi. Animasyon yaparken palyaco burnu takiyor bazen.
Filmden cikip metroya dogru yururken ise beynim tekrar calismaya basladi ve bir anda yaslandigimi dusundum. Spielberg ve Lucas kucuk capta bir sinema tarihi yaratirken ben oradaydim. Tim Burton ilk Batman'i yaptiginda oradaydik. Jurassic Park'in sinemalara geldigi zamani hatirliyorum. Star Wars'u ilk defa TRT de izledim, cok guzeldi, son 3 bolumun boyle olacagini hayatta tahmin edemezdik. Sonra dunyaya Matrix ve The Cube gibi filmler geldi. Orumcek adamin en eski filmini izlerken cok heyecanlanmistim. Kimbilir bugunku 3lu seriyi gorsem nasil hissederdim o zamanlar?
Ve sonra, Rambo Vietnam ve Afganistani tarayip bitirdikten yillar sonra, Holivud sanki yaraticiliktaki ezikligini kanitlamak icin Silvestiri tekrar getirdi perdelere. Bruce Willis, Die Hard 4'u, Mel Gibson Lethal Weapon 4 u yapti. Butun bu seri, yillarca hedef kitlelerini pesinden kosturan yildizlarin nasil yaslandiklarini gosteriyor. kariyerlerinin sonuna yaklasirken bize belki de son bir kez (umarim) eski gunlerden bir esinti gonderdiler.
Dunya 80'ler 90'lar sinemasinin sonuna geliyor. Bitti. Spielberg, Lucas, bundan sonra bir iki kere daha blockbuster film yapar ve olurler. Gelecekten ise umitsizim. Yerleri Holivud tarafinda cok dolamayacak sanirim. Zaten tum zamanlarin en unlu gorsel efektcisi de oldu. Artik zayifiz cok.
Friday, May 23, 2008
Liderlik
Walt Disney animasyon dunyasini insa ederken yaninda 9 tane kalem arkadasi varmis. Bunlara 9 yasli adam deniyor (nine old men). Bu adamlarin her biri birer efsane. 14 Nisan 2008 de sonuncusu Ollie Johnston da oldu. Boylece geriye kimse kalmadi.
9 yasli adam ve Walt arasinda cok ilginc bir sevgi-nefret iliskisi varmis. Ornegin dailies (gunluk kritik) sirasinda herkes takim elbise giyer, herkes disneyden cok cok korkarmis. Yapilan isler hosuna gitmeyecek diye odleri koparmis. Yeterince hayat verememekten cok endise ederlermis. Disney olunce hepsi bunalima girmis. Milth Kahl (1984 te olmus) diyor ki "Artik memnun edecek kimse kalmadigi icin hepimiz bir bosluga girdik." 9 yasli adam, hayatlarinin amaci olarak Walt'u memnun etmeyi secmisler. Adam gidince bir anda hayatlari anlamsizlasmis.
Tum fasistligine, seksist ve irkciligina ragmen sanirim Walt Disney istedigi seyleri yapmak icin gereken "lider" gucunu yakalamis. Yine Milt Kahl bir dersinde O'nun icin diyor ki: "The guy was genius. And same guy owned the place. Which is extremely good."
Liderlik is dunyasinda cok etkili. At surulerinden hic farkimiz yok. Ortama girdigimizde ilk once lider var mi diye bakiyoruz. Yoksa biz oluyoruz. Varsa ya savasip biz oluyoruz ya da suru oluyoruz. Suru olunca eger lider bizi tehlikelerden koruyup guzel otlamamizi saglarsa iyi yasiyoruz, yok yanlislikla canvarlarin ortasina gotururse oluyoruz.
Fasizm, ve anti-demokratik yonetim is dunyasi icin en ideal olani bence. Eger lider gercekten ustunlugunu kanitlamis ve takimin da saygisini kazanmissa, ve lider iyiyse gidilebilecek en iyi yere gidiliyor. Eger lider kendini kanitlayamazsa insanlar islerini kovulmayacak kadar yapiyorlar, vasat bir calisma oluyor.
Calistigim yerlerin hepsinde bu durum boyleydi. Ilk calistigim yerde patron cok iyi bir adamdi. Artik bir noktadan sonra para, ve isin kendisi disinda patronu mutlu etmek icin calistigimi hatirliyorum. Ben bile suruden biri olmustum. Patron ben takdir etsin istiyordum. Istedigim gibi de oldu. Ikinci yerde patron yahudiydi (ki bu da gercekten adami kemigine kadar somurur demek oluyor), isin kendisi motive edici birseydi. Proje sonunda patron kalmami istese de kalmadim, patron gercekten somuruyordu. Sonra oyle bir ise girdim ki bu sefer ne lider vardi (lider konumunda olan kisi yeterince guclu ve etkin degildi), ne de is motive ediciydi. Bu iste (diger her iste de oldugu gibi) gizli ajandalarim vardi, o yuzden gerektigi kadar kalip, istedigim herseyi aldigim an istifa ettim. Sonra girdigim projede yine cok iyi bir lider vardi. Isin kendisi ve lider cok motive edici oldugundan en keyifli projem o oldu. Simdiki isimde ne lider, ne de is motive edici. ama yine gizli ajandalarim var.
Hayat belli bir takim fonksiyonun her alana uygulanmasindan ibaret.
9 yasli adam ve Walt arasinda cok ilginc bir sevgi-nefret iliskisi varmis. Ornegin dailies (gunluk kritik) sirasinda herkes takim elbise giyer, herkes disneyden cok cok korkarmis. Yapilan isler hosuna gitmeyecek diye odleri koparmis. Yeterince hayat verememekten cok endise ederlermis. Disney olunce hepsi bunalima girmis. Milth Kahl (1984 te olmus) diyor ki "Artik memnun edecek kimse kalmadigi icin hepimiz bir bosluga girdik." 9 yasli adam, hayatlarinin amaci olarak Walt'u memnun etmeyi secmisler. Adam gidince bir anda hayatlari anlamsizlasmis.
Tum fasistligine, seksist ve irkciligina ragmen sanirim Walt Disney istedigi seyleri yapmak icin gereken "lider" gucunu yakalamis. Yine Milt Kahl bir dersinde O'nun icin diyor ki: "The guy was genius. And same guy owned the place. Which is extremely good."
Liderlik is dunyasinda cok etkili. At surulerinden hic farkimiz yok. Ortama girdigimizde ilk once lider var mi diye bakiyoruz. Yoksa biz oluyoruz. Varsa ya savasip biz oluyoruz ya da suru oluyoruz. Suru olunca eger lider bizi tehlikelerden koruyup guzel otlamamizi saglarsa iyi yasiyoruz, yok yanlislikla canvarlarin ortasina gotururse oluyoruz.
Fasizm, ve anti-demokratik yonetim is dunyasi icin en ideal olani bence. Eger lider gercekten ustunlugunu kanitlamis ve takimin da saygisini kazanmissa, ve lider iyiyse gidilebilecek en iyi yere gidiliyor. Eger lider kendini kanitlayamazsa insanlar islerini kovulmayacak kadar yapiyorlar, vasat bir calisma oluyor.
Calistigim yerlerin hepsinde bu durum boyleydi. Ilk calistigim yerde patron cok iyi bir adamdi. Artik bir noktadan sonra para, ve isin kendisi disinda patronu mutlu etmek icin calistigimi hatirliyorum. Ben bile suruden biri olmustum. Patron ben takdir etsin istiyordum. Istedigim gibi de oldu. Ikinci yerde patron yahudiydi (ki bu da gercekten adami kemigine kadar somurur demek oluyor), isin kendisi motive edici birseydi. Proje sonunda patron kalmami istese de kalmadim, patron gercekten somuruyordu. Sonra oyle bir ise girdim ki bu sefer ne lider vardi (lider konumunda olan kisi yeterince guclu ve etkin degildi), ne de is motive ediciydi. Bu iste (diger her iste de oldugu gibi) gizli ajandalarim vardi, o yuzden gerektigi kadar kalip, istedigim herseyi aldigim an istifa ettim. Sonra girdigim projede yine cok iyi bir lider vardi. Isin kendisi ve lider cok motive edici oldugundan en keyifli projem o oldu. Simdiki isimde ne lider, ne de is motive edici. ama yine gizli ajandalarim var.
Hayat belli bir takim fonksiyonun her alana uygulanmasindan ibaret.
Friday, May 02, 2008
Surpriz
Aniboom diye bir yer filmimi youtube a koymus.
Benim bundan hic haberim yoktu. Ama bu zaten 6 ay once falan olmus. Bu alti ay icinde filmi yaklasik 160 000 kisi izlemis.Bunlardan 160 tanesi de yorum birakmis. Hic haberim yok.
Bu yorumlar aslinda benim icin cok onemli bilgi. Averaj insan eglence degerleriyle benimkinin ne kadar ortustugu hakkinda bir fikir veriyor. Esprinin ne kadar anlasilir ya da etkili oldugu hakkinda edindigim fikir ise soyle:
Kotu.
Izleyiciyle cok iletisim kurdugum soylenemez. Ama soyle garip bir durum var. Rating im 5 uzerinden 3. Bir grup insan en yuksek, bir diger grup insan ise en dusuk puanlari vermis. Begenenler ve begenmeyenler arasinda bir ucurum var. Begenen cok begenmis, begenmeyen nefret etmis. Bu bir bakima iyi olsa da genelde izlenme oranini dusuruyor. Su an tam ortadayim. Absurd seyleri sevenler cok sevmis, ama genel izleyici cok sallamamis.
Su an yaptigim 2. filmim bundan daha da absurd oluyor. Daha da manyakca... Bizim rating iyice duscek bu sefer.
Ama bundan sonra yapabilirsem tum izleyicilerin birseyler bulabilecegi turden yapmaliyim. Boylece aradaki farklari gorup nasi gitmem gerektigine karar verebilirim. hmmm. cok zor... cok...
Benim bundan hic haberim yoktu. Ama bu zaten 6 ay once falan olmus. Bu alti ay icinde filmi yaklasik 160 000 kisi izlemis.Bunlardan 160 tanesi de yorum birakmis. Hic haberim yok.
Bu yorumlar aslinda benim icin cok onemli bilgi. Averaj insan eglence degerleriyle benimkinin ne kadar ortustugu hakkinda bir fikir veriyor. Esprinin ne kadar anlasilir ya da etkili oldugu hakkinda edindigim fikir ise soyle:
Kotu.
Izleyiciyle cok iletisim kurdugum soylenemez. Ama soyle garip bir durum var. Rating im 5 uzerinden 3. Bir grup insan en yuksek, bir diger grup insan ise en dusuk puanlari vermis. Begenenler ve begenmeyenler arasinda bir ucurum var. Begenen cok begenmis, begenmeyen nefret etmis. Bu bir bakima iyi olsa da genelde izlenme oranini dusuruyor. Su an tam ortadayim. Absurd seyleri sevenler cok sevmis, ama genel izleyici cok sallamamis.
Su an yaptigim 2. filmim bundan daha da absurd oluyor. Daha da manyakca... Bizim rating iyice duscek bu sefer.
Ama bundan sonra yapabilirsem tum izleyicilerin birseyler bulabilecegi turden yapmaliyim. Boylece aradaki farklari gorup nasi gitmem gerektigine karar verebilirim. hmmm. cok zor... cok...
Tuesday, April 29, 2008
28 yildir ogrendigim seylerin toplami - 1 Hayat
Gecenlerde 27. yasimi bitirdim ve 28 yasima geldim. Sonra cok zeki olan beynimin taaaa derinliklerinden gelen bir hisle bunca yildir kesfettigim bir dizi bilgiyi bazi grafiklerle aciklamaya karar verdim. Boylece daha 28 yasina girme serefine erisememis bir dizi zavalli insana cok buyuk faydalarda bulunabilirim.
Oncelikle hayatin iyi/kotu zaman grafigini acikliyorum:
Once derin matematik bilgimden faydalanarak sunu aciklayayim ki, egrinin altinda ve ustunde kalan alanlara intortor denir. Burada sekilde de acikladigim gibi mutluluk sinirlarindaki intortorlarin toplamiyla mutsuzluk siniri altinda kalanlar her zaman birbirine esittir ve sonunda birbirini goturerek olurken sifiri saglarlar. O yuzden dogarken nasil sifirsak olurken de sifir olarak oluruz. Naaparsak yapalim kaybedicek bisey yok gibi gozukuyor degil mi? Hah hay!!! Hic de oyle degil. Assagidaki grafikte tum bunlara ragmen herseyin nasil kotu olabilecegi acikca cizildi.
Yukaridaki grafige gore yasayan adamin inis cikislari gayet kucuk. Dolayisiyla bu adam gayet monoton ve sikici bi hayat yasamis. Unutmayalim ki birbirini goturen intortorlar ne kadar cok olursa o kadar cok yasamis saylaniriz.
Simdi aranizdan bir takim sivrizekalilar bu grafigi gordukten sonra "nasil olsa simdi hayat cok kotu gidiyor, demek ki ileride cok guzel gidecek" diye seviniyor olabilir. Siz kucuk musmulalara kotu bir haberim var. Malesef sizin baslangic cizginiz baska bir yerde olabilir. (Bknz. assagidaki grafik).
Simdi soylenmeyi birakip yasamaya devam edin. Intortorlari bol bol olsun...
Oncelikle hayatin iyi/kotu zaman grafigini acikliyorum:
Simdi aranizdan bir takim sivrizekalilar bu grafigi gordukten sonra "nasil olsa simdi hayat cok kotu gidiyor, demek ki ileride cok guzel gidecek" diye seviniyor olabilir. Siz kucuk musmulalara kotu bir haberim var. Malesef sizin baslangic cizginiz baska bir yerde olabilir. (Bknz. assagidaki grafik).
Wednesday, April 23, 2008
Bugunun tarihe gecmesini istiyorum
Bugun Ibanez JS 1200'u deneme firsatim oldu ilk defa. Agzimdan sular akarak internetten resimlerine baktigim bu sey (ayni zamanda yukardaki Satriani abimizin de signature gitaridir) kaza eseri arkadasima gitar bakmaya gittigimiz yerde bulunmaktaydi. Adama denemek istiyorum dedim, getirdi, taktik line6-amfiye, hafif drive verdim, bas-treble i biraz kurcaladim, sonra caldim biraz. Mukemmeldi. Mukemmel.
O sustain.... Nerden geliyo anlamiyorum, ya basswood dan ya da dimarzio paf pro lardan falan. Amfide o kadar fazla drive yoktu, ne compression ne bisey var, bi nota caliyorum ve sustain bitmiyor, devam ediyor... Ve sonra hizli calinca, hersey tertemiz geliyor, bendler parmaklari acitmiyor, yumusacik hemen istedigin notaya cikiyor. Hersey oyle temiz ve kesin ki. Dolu dolu geliyor sesler, ve de amfi yuzunden degil bu.
Gitarcidan cikinca arkadasima acayip kizdim. Bok vardi goturcek beni. Bazen tum sorumluluklari sallayip gitari alasim geliyo. Maymun istahli miyim. Daha yeni bu hayvani seyi aldim, agzimdan salyalar akarak oynuyorum.
Saskin Caponlar
Birisi 3 paraya anime satiyordu. hemen atladim izlemedigim birsey diye. aldim izlemeye basladim heyecanla. yine super siddetle falan basladi. kanlar fiskirdi cok guzeldi...
Ama sonra...
Oyku ilerledikce olaylari anladim, bittiginde de bi garip hissettim. Cok inanamadim oykuye. Acaba sevginin bedenden bagimsiz olabilecegi gibi biseyi mi isliyordu. Cunku animeler bazen derin oluyor. En azindan bir kisminin felsefi falan olurdu. Heralde oyledir. Ama acayip escinsel bi animeydi ilk defa. Sinir tanimaz capon insanlari. Tebrik ediyorum.
Sanirim caponlarin samuray/geysa kulturunde erkek geysalar da var. eski zamanlarda. 1600-1800 gibi. hmm...
Ama sonra...
Oyku ilerledikce olaylari anladim, bittiginde de bi garip hissettim. Cok inanamadim oykuye. Acaba sevginin bedenden bagimsiz olabilecegi gibi biseyi mi isliyordu. Cunku animeler bazen derin oluyor. En azindan bir kisminin felsefi falan olurdu. Heralde oyledir. Ama acayip escinsel bi animeydi ilk defa. Sinir tanimaz capon insanlari. Tebrik ediyorum.
Sanirim caponlarin samuray/geysa kulturunde erkek geysalar da var. eski zamanlarda. 1600-1800 gibi. hmm...
Monday, April 21, 2008
lonesome Jim
Steve Buscemi Coenlerle calisirken cok fazla sey ogrenmis olmali, ozellikle Lebowskide. Cunku kendi yaptigi film bence cok basarili. Amerikan bagimsiz sinemasi gercekten cok guzel olabiliyor. Belki de Hollywood'dan gelen gercekten yaratici adamlarin filmcilik isini cok iyi ogrendikten sonra kendi islerini yapma firsati bulabilmesindendir. Hollywood da cok siddetli rekabet olmasi insanlarin cok fazla kendilerini gelistirmek zorunda kalmalarina sebep oluyor. Gerci her tur asiri kapitalist endustride ve Amerikanin genelinde boyle bir durum var sanirim. Muzik olsun, gosteri sanatlari olsun... Insanlar bir seyin en iyisi olmak ve kisisel gelisimleri icin asiri caba harciyorlar. Ve sonunda cogu zaman kar amacli ve geyik seyler yapsalar da arada bir kendileri icin de isler yapiyorlar, ve o zaman otturuyorlar.
Koyluk yerde hayat, acayip bir depresyon, ama onun icinde sakli mecazli komedi. Mmmm, leziz... Izleyin...
Koyluk yerde hayat, acayip bir depresyon, ama onun icinde sakli mecazli komedi. Mmmm, leziz... Izleyin...
Friday, April 18, 2008
Londra kokuyo
Sabah evden ciktik, yuruyoruz, sevdigim kiz dedi ki "bi yerlerde kanalizasyon patlamis heralde, burasi lagim kokuyo". gercekten de lagim kokuyordu sokaklar.
Sonra ise geldim. Metrodan cikinca yine geldi burnuma lagim kokusu. Allah allah.
Iste bir anda herkes e-mail atmaya basladi. Herkes kendi evinin oldugu yerin koktugunu vs... yazmis. Sehrin dort bir yanindan gelen insanlar sabah yola cikarken algiladiklari kokuyu onayladilar. Birileri "dunyanin sonu geldi, boka batiyoruz sonunda" falan diye e-mail atti.
Sonra her yerin les gibi koktugu haberleri gelmeye basladi. Megersem Fransizlar bu aralar tum tarlalarini ayni anda gubrelemeye karar vermisler. Sonra bi ruzgar esmis, butun gubre kokulari taaa buralara kadar gelmis. Les les. Gastede "kraliceye bile bok kokusu geldi" yaziyordu, ulan sanki kralice dokunulmaz, kendi tuvalete girip (tobe tobeee....).
Sonra ise geldim. Metrodan cikinca yine geldi burnuma lagim kokusu. Allah allah.
Iste bir anda herkes e-mail atmaya basladi. Herkes kendi evinin oldugu yerin koktugunu vs... yazmis. Sehrin dort bir yanindan gelen insanlar sabah yola cikarken algiladiklari kokuyu onayladilar. Birileri "dunyanin sonu geldi, boka batiyoruz sonunda" falan diye e-mail atti.
Sonra her yerin les gibi koktugu haberleri gelmeye basladi. Megersem Fransizlar bu aralar tum tarlalarini ayni anda gubrelemeye karar vermisler. Sonra bi ruzgar esmis, butun gubre kokulari taaa buralara kadar gelmis. Les les. Gastede "kraliceye bile bok kokusu geldi" yaziyordu, ulan sanki kralice dokunulmaz, kendi tuvalete girip (tobe tobeee....).
Wednesday, April 16, 2008
Uzun zaman sonra
Cok sey oldu, cok sey oluyor ve bircok sey olucak...
Ahbabin kafasi tum bunlari alacak kadar buyuk degil...
Yine Londra'ya geldim. Sevdigim kizla ilk defa kendimize ait bir ev tuttuk. Acayip para verdik.
Kendime aypodun aynisi gibi gorunen bir mp3 calar aldim. eski cin mali olan artik hic calismiyor, hem de pilleri yiyordu. yeni aldigim aynen aypot gibi gorunuyor. ama yuvarlagi aslinda eski model bir dugme, hatta salter, basinca `cotaaaa` diye ses cikiyor. metroda o sesi duyunca gastesinden gozunu kaldiran kiza "it's not real ipod" demek zorunda kaldim gulumseyerek...
Is olarak girebilecegim en guzel projede olabilecek en kotu konumda calisiyorum. Benden daha deneyimsiz ve yeteneksizler benim yapmam gereken isi yapiyor, ben ise onlarin pisliklerini temizliyorum, tum yaptiklarim onlarin yararina oluyor, ben hicbirsey kazanmiyorum bu isten, para disinda, onu da hic sevmem...
En azindan sevdigim kizin yanindayim. Gerci onunla da hayat kolay degil. Sacma sapan seylerden birbirimizi kirdigimiz oluyor. Kadinlarla yasamak cok zor. Kucucuk seyler buyuyup bizi yipratiyor. Cok sacma sapan. Ben de cok normal degilim zaten. Olsun. Sanirim hicbir zaman mukemmel olmuyor seyler, ben zaten aliskinim buna, ama diger insanlar icin hayal kirikligi oluyor. Bence zaten hersey inisli cikisli, iyi zamanlar ve kotu zamanlar var...
Her zamanki gibi birsuru seyle ayni anda ugrasiyorum. Hem is-guc hem sosyal hayat, basvurular, vizeler, kontratlar, e-maillerin yani sira, konserler, gosteriler, publar, barlar, restoranlar, yemekler, amfiler, ickiler, festivaller havalarda ucusuyor.
Son zamanlarda eve yakin bir sinema kesfettik, sadece avrupadan sanat filmleri gosteriyor. holivudun acayip aksiyon ve fantastik filmlerinden baya koptum. Ama anime DVD leri aliyorum. Mmmm, cok guzel.
Gidebildigim kadar cok Finsbury parka kosmaya gidiyorum. Cok saglikli. Bir tane tablo cizdim kagida, spor yaptikca, meyve yedikce ve saglikli yasadikca tik atiyoruz, oyle duruyoruz. Bir arkadasimiz geldi ve modern young-professional cift gibisiniz dedi.
Arada cizim yapmaya calisiyorum.
oyle...
Ahbabin kafasi tum bunlari alacak kadar buyuk degil...
Yine Londra'ya geldim. Sevdigim kizla ilk defa kendimize ait bir ev tuttuk. Acayip para verdik.
Kendime aypodun aynisi gibi gorunen bir mp3 calar aldim. eski cin mali olan artik hic calismiyor, hem de pilleri yiyordu. yeni aldigim aynen aypot gibi gorunuyor. ama yuvarlagi aslinda eski model bir dugme, hatta salter, basinca `cotaaaa` diye ses cikiyor. metroda o sesi duyunca gastesinden gozunu kaldiran kiza "it's not real ipod" demek zorunda kaldim gulumseyerek...
Is olarak girebilecegim en guzel projede olabilecek en kotu konumda calisiyorum. Benden daha deneyimsiz ve yeteneksizler benim yapmam gereken isi yapiyor, ben ise onlarin pisliklerini temizliyorum, tum yaptiklarim onlarin yararina oluyor, ben hicbirsey kazanmiyorum bu isten, para disinda, onu da hic sevmem...
En azindan sevdigim kizin yanindayim. Gerci onunla da hayat kolay degil. Sacma sapan seylerden birbirimizi kirdigimiz oluyor. Kadinlarla yasamak cok zor. Kucucuk seyler buyuyup bizi yipratiyor. Cok sacma sapan. Ben de cok normal degilim zaten. Olsun. Sanirim hicbir zaman mukemmel olmuyor seyler, ben zaten aliskinim buna, ama diger insanlar icin hayal kirikligi oluyor. Bence zaten hersey inisli cikisli, iyi zamanlar ve kotu zamanlar var...
Her zamanki gibi birsuru seyle ayni anda ugrasiyorum. Hem is-guc hem sosyal hayat, basvurular, vizeler, kontratlar, e-maillerin yani sira, konserler, gosteriler, publar, barlar, restoranlar, yemekler, amfiler, ickiler, festivaller havalarda ucusuyor.
Son zamanlarda eve yakin bir sinema kesfettik, sadece avrupadan sanat filmleri gosteriyor. holivudun acayip aksiyon ve fantastik filmlerinden baya koptum. Ama anime DVD leri aliyorum. Mmmm, cok guzel.
Gidebildigim kadar cok Finsbury parka kosmaya gidiyorum. Cok saglikli. Bir tane tablo cizdim kagida, spor yaptikca, meyve yedikce ve saglikli yasadikca tik atiyoruz, oyle duruyoruz. Bir arkadasimiz geldi ve modern young-professional cift gibisiniz dedi.
Arada cizim yapmaya calisiyorum.
oyle...
Friday, January 25, 2008
Hussein
Cunku cok mutlu. Cunku gulumsuyor, gelecege ve hayata umutla bakiyor. Ahlam ve Ziad gibi icten pazarlikli ve iki yuzlu degil O. Ahlam'in tek amaci bir avuc petrol zengini arap adami bastan cikarmak. Makyaji yapmis, takilari takmis. Ziad ise ayni rolu kadinlar icin oynuyor. Belki bes tane estetik olmustur. Disler yaptirilmis, kaslar alinmis... Boylece bu ikisi aslinda tum hedef kitleyi kapsadiklarini dusunuyorlar. Ama hayir. Bu takimda birseyler eksik. Bir figur, bir kavram, bir anlam... bir... bir... Hussein...
Hussein evrensel umut ve mutlulugu temsil ediyor. Petrolden kazandigi paralariyla aslinda bu ise ihtiyaci yok husseinin. Otellerde sarki soylemese de olur. Ama dunyanin nese eksigi var. Kendisinde dogustan olan neseyi paylasmali, onu insanlara sacmali. Bu onun evrensel gorevi.
Kucuk seylerden mutlu olabilir Husein. Bir tavuk budu, bir patates kizartmasi, vantilatorle gobegini serinletmek gibi basit seyler... hayat bunlardan ibaret. Ve cok guzel.
Wednesday, January 23, 2008
Luxor 1, Biz 0
Bu oyunu babam internetten indirmis. Sonra deneme surumunu bitirince geri kalanini da oynamak istemis, bana soyledi, ben de satin aldim. Sonra oynamaya basladi yaklasik 4 ay once. Sonra Luxor yavas yavas tum ailemizi isgal etti. Herkes muptelasi oldu. Deliler gibi Luxor oynamaya basladik. Babam her sabah erken kalkip Luxor calisiyordu, annem geceleri bir gozu dizide, diger eli mouse da, neredeyse geceyarilarina kadar oynuyordu... Yillarca biz bilgisayar oynayinca soylenen annemi boyle gormek cok ilginc. Kendisi de "iyi ki bu sey biz okurken yoktu, hic bir sinifi gecemezdim" diyor. Bizim gostermek durumunda kaldigimiz iradeyi dusunun artik. Kardesim de gayet iyi, bu aralar onu yetistiriyoruz. her gun duzenli calisirsak 8.level 4. kismi gecebiliriz belki.
Bu allahin belasi bolumde toplar cok alakasiz gelmeye basliyor, atari bize kaybettirmek icin her turlu serefsizligi yapiyor. Simdilik bu bolumu kimse gecemedi. Ama calisiyoruz ailecek. Umutluyuz. Gelecege guvenle bakiyoruz. Kardesime cok guveniyoruz. Bazen yarisina kadar geliyor bu kazik bolumun. Naber?
Subscribe to:
Posts (Atom)