Thursday, January 25, 2007

Hoh hoh hoyyy

Ay ben de yururken niye bacaklarim usudu diyorum. Bir de baktim ki internetten -26 dereceymis disarsi.

Sunday, January 21, 2007

Dusundum de...

Insanlar hayatin ne kadar degerli oldugunu anlamiyorlar.

Lisedeyken kimyaci Okkes tahtaya soyle yazmsti derslerden birinde.

Atom + Atom -> Molekul-> Amino Asit-> Protein + "?" -> Hucre->Doku->Organ->... ->Insan

Soru isaretini kimsenin bilmedigini de eklemisti. Bosversene demistim. Sonra bi ara soru isaretini buluruz demistim siraya kalem ucuyla kazidigim "Metallica" nin detaylari uzerinde calisirken.

Simdi yillar sonra o soru isaretini baska bir duzlemde ariyorum. Hem de tum gucumle. Soru isareti animasyonda kucucuk ayrintilarda gizli. Ama cok fazla var bu ayrintilardan. Bazen bu isin tanrilarinin yaptiklari islere bakiyorum. Ve goruyorum ki goz kirparken bir goz harekete onderlik edebiliyor. Bir karelik bir fark var orada. Saniyenin 24 te biri. Herangi bir karede biraz daha az estetik bir resim var mi diye bakiyorum. Her kare ayni estetik guzellikte. Biraraya geldiklerinde de ayni guzelliklerini koruyorlar. Hareket ediyorlar. Yasiyorlar. Nefes aliyorlar ve soylemek istedikleri seyi anlatiyorlar.

Ayni seyi ben yapmaya calistigimda, bittikten sonra bakiyorum. Sayilar, denklemler, ve bilgisayar modelleri goruyorum. Ama hayat goremiyorum. Makine orada ve olu. Oyle gozumun icine bakiyor. Mekanik mekanik. Fizik bilgim onu hayata getirmeyi basaramiyor. Soru isareti baska turlu bir his gerektiriyor. Belki zamanla deneyerek ve yanilarak ve gozlemleyerek bir gun o soru isaretinin iluzyonuna yaklasabilirim. Simdilik sadece uzaktan soru isaretini bulanlara bakabiliyorum.

Dunyada soru isareti iluzyonu yaratabilirseniz cok zengin ve unlu olabilirsiniz. Ama bunlarin hicbiri onemli degil aslinda. Orada daha buyuk bir tatmin var. Yasayan birsey kadar iletisim kurabiliyor animasyon. Bazen daha da fazla. Orada "hayat" in ta kendisi olusabiliyor. Daha once bahsettigim acayip detaylari farkedecek kadar zekiyse insan tabi. Bence Glen Keane, Bobby Beck, Walt Disney ve 9 adami, ve birkac kisi daha o gozle gorebilmeyi basarmislar. Yoktan "Hayat" olusturabilecek kadar zekiler. Gerisi safsata.

Bence bizim amacimiz bu. Dunyaya hayat getirmeye, ya da onu korumaya geldik. Herkes bunun icin geldi. Bilim adamlari deneyler yaparak, ilaclar gelistirerek yapiyor bunu. Gida muhendisleri saglikli besinler uretiyor, modacilar, insanlari giydikleri zaman mutlu edecek kiyafetler yapiyorlar.

Hayatin iluzyonunu olusturmaya henuz cok az zaman ve emek harcamis birisi olarak bile ne kadar zor oldugunu gorebiliyorum. Soru isaretini hayatlari boyunca arayip bulamayan insanlar var. Bazilari ise erkenden bulabiliyor. Buna kendi hayatlarini harciyorlar insanlar. Ve gercekten de bu o kadar degerli aslinda. Hayat olusturmak bu kadar zorken, yoketmek o kadar kolay ki. Bir gazeteciyi daha oldurenlerden sonra yine ortalik karisti. Bunu yapan insan, "hayat" i yokettiginin bilincinde olsa, yasayan birseyin ne kadar degerli oldugunu bilse, biseyleri yasatmak icin, hatta yasiyor gibi gostertmek icin bile ne kadar fazla emek ve zeka gerektigini anlasa, acaba yine yapar mi? Bu insana gercekten anlatilabilir mi "hayat" in ne kadar degerli oldugu? Nasil anlatilir? Hayati geri getiremiyoruz, yeniden uretemiyoruz. Birtur mucize o. Bir yerlerde varsa eger, onu korumak yerine oldurmeyi nasil oluyor da secebiliyoruz.

Naapsam ya?

Saturday, January 20, 2007

Hah hah hayyy

Ben de bugun ev niye soguk diyorum. Isiticiyi kokledim simdi. Bir de baktim ki disarsi -12 dereceymis. Hatta feels like -18 yaziyor. Hah hah hayyy. Cok sapsalim.

Gecen hafta is yerinde calisanlar tarafindan bir e-mail bombardimanina tutulduk. Konu kuresel isinma, greenhouse effect gibi seyler ve artik cok korkmaya baslamamiz gerektigiydi. Bilim adamlari uc bes senedir hic durmadan "sictik... var ya boku yedik..." diye bas bas bagiriyordu zaten. E anca...

Gercekten bilim sitelerine girip baktikca ve bu konuda okudukca (internette milyon tane referans var) gokyuzu ve iklimlerin son zamanlarda ne kadar hizlanarak degistigine inaniyor insan. Dunya sicakligi 1 ila 2 derece arasinda oynamis mesela (bunun bilmemkac yuzyilda bir olabildiginden bahsediyorlar). Biz de bu kis ocagin ortasina kadar neredeyse Antalya kisi gibi hava var idi. Ben o aralar gercekten korkmaya baslamistim. Cunku gecen sene bu zamanlar kicimiz donuyordu. Neyse sonra gercek soguklar basladi. Biraz daha normale dondu hava. Hayir soguklari sevdigimden degil ama iste hersey yolundaymis gibi.

Bu aralar sunu dusunuyorum. Kuresel isinmaya hazir miyim?

Sonucta kuresel isinma kacinilmaz. Ne Cin ve Hindistan ne de Amerika dunyayi kirletmek konusunda geri adim atmaya yanasmiyorlar. Bu ulkelerden Amerika, Recycling falan gibi safsatalarla insanlarin kafalarini biraz rahatlatip kendilerini daha az suclu hissetmelerini sagladiktan sonra altalarina SUV leri dayiyor. Kartonlari karton kutusuna, plastikleri plastik kutusuna atan bilincli ve duyarli cevreci(?) V8 silindirli kamyonunda gaza basiyor.

Bunun yaninda benim iki aydir uzerinde calistigim Cin-Hindistan savasi plani da bu aralar cok iyi gitmiyor. Butun Hintli arkadaslarima Cinlilerden nefret etmeleri gerektigini anlatmaya calisiyorum. Cinlilere de bir tur Hint nefreti saldim ki cocuklari gerekli savasi baslatabilsin en azindan. Cunku genelde Hintliler Cinlileri ve hatta yemeklerini seviyorlar. Ornegin Hintlilerle Pakistanlilari savastirmak cok kolay (Ingilizler onceden altyapiyi hazirlamis) Ama Hintliler bazen Cinlilerle birlik olmak istediklerini bile soyluyorlar ve benim dunyayi kurtarma planlarim boylece suya dusuyor. Hayatimin ilerleyen donemlerinde insanlarimizin rahat bi sekilde yasamalarini saglamak ve dunya uzerindeki kaynaklarin somurulmesini engellemek icin bizzat Hindistana gidip bu savasi baslatmam gerekecek sanirim. Biri 1.4 milyar oburu 1.2 milyar insan... Nasi temizlencek bilmiyorum bu dunya... Amaaan bi bu eksikti. Zaten su aralar mesleki kabizlik yasiyorum. Yaptigim hic bi is "yasamiyor"...


Her neyse sonucta kendimi Kuresel Isinmaya psikolojik olarak hazirlamaya karar verdim. Cunku bu da yeni yil, dogumgunu, ya da yiyeceklerdeki kanser yapan maddeler gibi kacinilmasi imkansiz bir surec. Bu durumda zevk almayi ogrenmemiz gerekiyor. Kuresel isinmanin iklimleri, bitki ortulerini ve hatta hayvanlari degistirecegini, belki bazilarinin nesillerini tuketecegini ama bazi olmayan hayvanlarin ve bitkilerin de evrimlesip "ol"malarini saglayacagini umut ediyorum. Bu durumda cok eglenebiliriz. Yasadigimiz yerlerde yeni yeni hayvanlar tureyecek mesela. Sonra dunya isinip kutuplar eridigi ve sular yukseldigi zaman heryer deniz, ve hava da cok sicak olacak. Bu bizim "yaz" dedigimiz sey. Belki de hayatimizin orta-sonrasi yaslarinda hic bitmeyecek bir yaza girecegiz. Mmmmmm. O kadar da kotu degil. Keske "yaz" gelmeden emekli olabilsem. Emekli maasimla bi yelkenli alip, butun "yaz" ver elini o deniz ver elini bu deniz (artik kara olmayacak sanirim pek) gezer dururuz arkadaslarla. Balik tutar balik yeriz.

Iste gordum mu? Kuresel Isinma o kadar da korkulucak bisey degilmis. (Kendi kendimi ikna etmeyi basardim sanirim. Herkes benim kadar saf olsa keske.)

Herneyse. Simdi -12 derecede sokaga cikip alisveris yapmak zorunda ve de kuresel isinmaya psikolojik hazirligini bitirmis bir insan olarak sabirsizlikla bekliyorum. Keske ogleden sonra gelse "yaz" da carsiya ciksam... Hah hah hayyy.

Saturday, January 13, 2007

Bes parmak

Bugun butun gun bunu dusundum. Neden 5 parmagimiz var? Neden 4 ya da 6 degil? Birseyleri tutmak icin aslinda iki parmak yeterli. Basparmak ve bir tane daha parmak. Ama bizde 3 tane daha var onun disinda. Daha iyi kavramak icin ise 2 tane ekstra yeterli. Ama nasil olur da 5 olur anlamiyorum. Yani 5 asal sayi, cift sayi degil, diger sayilar gibi simetriye uymuyor vs...

Internete baktim. Kimileri tanri oyle yaratti, kimileri doga oyle yaratti diyor. Doga nasil oldu da 5 e karar verdi. 4 te yetiyordu. Evrimde 4 parmaklilar neden elendi ki? Ayni sekilde tutamiyorlar miydi? Kemikler oyle mi gelisebildi. Ya da tanri icin 5 le 6 nin farki neydi? Yani biz 6 parmakli olsak dunya nasil degisicekti?

Tatmin edici cevaplar bulamiyorum...

Thursday, January 11, 2007

Basketbol

Ortaokuldayken NBA hastasiydik. Uc ya da dort kisiydik. Sanirim 1 sene falan surdu. Arkadaslarimla basket oynar basket konusurduk. Ben yardimci oyuncuydum. Asil fanatik olan Onur'dur. Biz Amerikanin bilmemne eyaletinde onlara gore bir aksamustu bize gore ise cumartesi sabahi saat 4 te oynanan NBA maclarini canli izlemek uzere saatleri kurardik. Star 1 televizyonundan yayinlanan NBA maclarini Onur paso videolara kaydederdi. Beraber bulusup izler Jordan nasil smac yapiyor agir cekim izlerdik. Murat Muratanoglu gibi Amerikan aksanli Turkce konusur, Carlz barkliiii diye bagirirdik basket atinca. Onur ve biri daha (ki adini bile unuttum) butun takimlarin butun oyuncularini bilir, yilda ortalama kac sayi atiyorlar, ya da kac top caliyorlar, hepsini bilirlerdi. O zamanlar mahallede her aksamustu bulusulur ortalama 3 saa (yuh) oynanirdi. Mac yapilir, 9 aylik oynanir vs...

Toronto sokaklarinda "yerli"lerle basket oynamaya basladigimda kendimi rahat hissettim bu yuzden. Eskiden cok gerilirdim maclarda. Asla takimlarda oynayamazdim. Hata yapicam da takimin kaybetmesine sebep olucam diye. Hic tanimadigim 9 adamla ilk defa burada cift saha sokak maci yapabildim bir sekilde. Cok cekismeli ve heyecan doluydu. (Baslarda baya bi kendin guven sorunu yasadim ama sonra gercekten iyi oynadigima karar verdim. Ben kendime guvenince ustume gelemediler, iyi oynadim bekledigimden 11 sayidan 3 unu ben attim eheh. Futbol konusundaki kazmaligim baskete yansimamis allahtan...) Bu arada sokaklarda assagi yukari bizim oynadiklarimiza yakin oyunlar oynandigini gordum. Mesela bizim oynadigimiz 9 aylikta birisi ebe secilir, potanin altinda dusen toplari toplardi, digerleri belli yerlerden sirayla sut cekerlerdi. Sonuncu adam atamazsa ebe olur pota altina gecerdi. Atan bir daha atardi. 9 aylik olan (9 tane basket yiyen) oyundan cikar, en son kalan kazanirdi. Burada ise "Amerikan" diye bir oyun var. Oyunda herkes tek ve gayet bencil (Oyunun Isminden olsa gerek). Bildigin basket oynuyorsun ama herkes sana savunma yapiyor ayni anda. Yani birini gecince oburuyle
savasiyosun. Herkesin tek tek skorlari var, 11 e ilk ulasan kazaniyor. Ilk ciktigimizda gotumuzu kaldiramadigimiz icin bunu oynamistik (Maclar cok cekismeli oluyor - acayip kosuyosun).

Herneyse, asil anlatmak istedigim sey, o zamanlar agzimizin sulari akarak televizyondan izledigimiz maclardan birini daha yakindan gorme firsatim oldu. Atlanta Hawks - Toronto Raptors macina Racho ucuza bilet buldu. 20 kafa. Normalde en arka siralar falan 30 - 40. gerci ben yine en arkadaydim. "Fakir"lerle beraber. Tiklim tikis stadyumda yanimdaki insanlarin cogu ya zenci ya uzun sakalli ya da dovmeliydi (ve de bunlarin tum kombinasyonlari). Oturdugum yer cok yukaridaydi. Ama saha o kadar net gorunuyordu ki. Hayret ettim. Sanki cok yakinmis gibiydi.

Bu spor aktivitesi (diger herseyde oldugu gibi) amacindan sapmis ve yine bir eglence ve tuketim pazari haline donusmustu. Her saniyesi birseyler satan, bir tur eglence sunan bir sirket gibiydi. Basketbolu 4 tane 12 dakikalik ceyrek halinde oynayan sistem gerekli tuketim icin mukemmel zaman bosluklari sunabiliyor. Bir koltuga oturdugunuzda gorsel olarak basket sahasi ve izleyenlerin disindaki hersey (ama hersey) reklamdi. Yanip sonen isiklar ve panolar her yerdeydi. Bunun disinda 3 katli sahanin her katinda bir McDonalds, bir Harvey's bir Pizza Pizza bulunmakta, ve bu yerler inanilmaz is yapmaktaydi. (Demek ki sadece oyunlar sirasinda yapilan alisveris tum bu dukkanlari acmaya yetecek ticari basariyi sagliyor.) Kucuk aralar - ornegin molalar bile inanilmaz alisverislerin ve reklamlarin yapilabilecegi bosluklara donusmus. 30 saniye icinde spontane bir sekilde bir insan nasil reklam yapabilir tahmin bile edemezdim. Ornegin bir molada seyircilere kocaman plaj toplari attilar. Bunlara vurarak devamli havada gezinmesini saglayan seyircilere birden "tutun" diye bagirdilar. Toplar elinde kalan seyirciler arasinda cekilis yaptilar ve kazanana 700 dolar verdiler. Bu kazanan adam "genc is adami" kilikli zaten baya bi zengin oldugu anlasilan, onlerde oturan bir adamdi (oralarda biletler 80 - 100 dolar). Bunu goren biz fakirler zaten plaj toplari bize yukarilara hic ulasamadigi icin deliler gibi yuhlamaya basladik. Ben de yuhladim. Ordaki "fakir" kardeslerimle bir butun olduk. Tek yumruk halinde.

Pon pon kizlar hic de "liseli" degillerdi. Profesyonel dansci olduklarini dusunuyorum. Yaptiklari hareketler acayip zor ve hizliydi. Kocaman ve bicimli hacimler kaplayan kitlelerin bu kadar hizli hareket edebilecegini hic dusunemezdim. Yakinlarinda olsam ve bana carpsalar orami burami kirabileceklerini hissettim.

Sonra bitti. Kolalarimizi, pizzalarimizi, ustunde resimler olan bardaklarimizi, ve sapkalarimizi aldik (Ben almadim.). Gecelik eglencemizi yasadik. Evimize postalandik. Geriye eskiden saat 4 lerde kalkip izlenen NBA maclarinin anilari kaldi. O zamanlar yasadigim heyecan ve tat buruk bir huzun oldu bende. Beklemis sarabi icmeye calisirmis gibi hissettim kendimi, dudaklarim buzustu, icim kamasti...

Thursday, January 04, 2007

Tam metal simyacisi

Hiromu Arakawa

Japon.

Buldugu seyler beni dehsete dusuruyor. Full Metal Alchemist diye bir manga-anime serisinin yazari. Ona gore:

Evrenimiz "deger"lerle dolu. Simyacilar bu degerleri birbirlerine cevirebiliyorlar. Yere bir cember ve bir takim ucgenler ciziyorlar. Gereken malzemeleri bu cemberin icine koyuyorlar ve sonra "transmutasyon" yapiyorlar. Isiklar cikiyor ve o malzemelerden bir nesne olusuyor. Mesela bardak kirilmissa kirik parcalari ve biraz topragi yere cizilen cemberin ortasina koyuyorlar, o cembere dokunup isiklar cikarttiraraktan bardagi eski haline donusturuyorlar.

Cok onemli bir kural var. Eger bir deger olusturmak istiyorsak her zaman esdeger birsey kullanmak zorundayiz. Hicbirsey yok yerden cikmiyor. Yeterince tahta olmadan sandalyeyi uretemiyoruz.

Bu hadiseyi canlilara uygulamak yasak ve tabu. Ama iki tane cocuk bu hadiseleri biraz ogrendikten sonra annelerini geri getirmeye karar veriyorlar. Insan vucudunun icindeki tum elementleri ozel bir cemberin icine koyduktan sonra transmutasyon yapmaya basliyorlar. Tam ortasinda koyduklari maddelerin "es"deger olmadigini anliyorlar. "Hayat" sadece malzemelerden olusmuyor ve hayata esdeger birseyler koymadan "hayat" uretilemiyor. Bunu olayin ortasinda anlayan "Full Metal Alchemist" ler o anda panikle hicbirsey yapamiyorlar. Transmutasyon cemberi birinin "can"ini yutuyor. Digeri oburunu geri getirmek icin kolunu ve bacagini cembere yediriyor ve de kardesinin ruhunu bir teneke zirh icerisine yapistirmayi basariyor.

Anladigim kadariyla boyle. Bu ilk bolumde var zaten ondan sonra asil hikaye basliyor. Sonra bu iki eleman vucutlarini geri getirmek icin bir yolculuga cikiyorlar. Diger tum kavramlarla oynamislar. Ama cok yaratici bir sekilde. 51 bolum indirdim. Devamli izliyorum. 30 a geldim. Hic durmadan. Super surukleyici. Heyecan ve eglence had safhada. Bir bolumu kapatip digerini aciyorum. Haftada bir yayinlaniyor olsaydi heralde dayanamazdim. Agzimdan kopukler cikarak bayilirdim.

Monday, January 01, 2007

Alis-Veris

"It's new.
It's you.
It's everything.
It's nothing"

Yaziyordu pankartlarda. Bu magazanin bu yaklasimina hayran oldum. Londra'nin en buyuk giysi magazalarindan biri sanirim. Bu ve buna benzer bir takim "sozde" tuketim karsiti pankartlar tavanlardan sarkarken, yarim metre assagidan agizlarindan salyalar akarak bluz denemeye calisan kadinlar ordusu deneme yerlerini isgal etmislerdi coktan. Ordu sadece o magazada degil tum Oxford Circustan Picadilly e kadar yayilmis, son kalan indirimleri topa tutuyorlardi. Sokaklar belli basli magazalarin torbalariyla doluydu.

"I shop.
Therefore I am."

Kisa boylu bir kadin askilardaki bluzlere ulasmak icin beni ittiriyor. Bunu hic onemsemiyor bile. Ozur dilemiyor ya da geri donmuyor. Ben, O'nun icin bluzlerle arasinda kalan bir et yiginiyim. Beni gecmek ve askilardaki bluzleri denemek onun en dogal hakki ve icgudusu. O an birisi eline bir pala verse eminim onundeki et yiginlarinin hepsini yagmur ormanlarina dalan bilim adamlari gibi bicerek ilerler. Erkek oldugum icin benden daha da nefret ediyor olmali. Kadinlarin orada olmalari gayet dogalken erkekler sanki orada olmayi haketmiyorlar. O yuzden beni ittirmekte hicbir sakinca gormuyor ve de bluzlere akiyordu, orada eriyor, ozune karisiyordu...

"You want it
You buy it
You forget it"

Ayni tur giyecegi deneyen kadinlar arasinda ortak bir dil var. Bir tur iletisim, bir tur sicaklik var. Denerken birbirlerine bakiyorlar, birisinin uzerinde gordukleri baska bir kiyafet bir anda ilgilerini cekiyor. Ornegin bir ceket kisa gelmisse ya da bir kucuk bedeni kalmamissa birbirleriyle paylasiyorlar, birbirlerine destek oluyorlar. Hep beraber uzuluyorlar, kiziyorlar ya da seviniyorlar. Bu bakimdan alisveris sadece musteri ve mal arasinda kalmaktan kurtuluyor, bir tur iletisim haline geliyor.

"Buy me!
I will change your life"

Bir sure sonra o kadar fazla yer gezmis ve o kadar fazla giyecek gormustum ki artik ayird edememeye basladim. Ornegin bazi renkler benim icin ayniydi, bazi kumaslar ya da modeller bana muz kabuklarini cagristiriyordu. Devamli bir "deja vu" hissiyati icerisinde, sevdigim kiza "buraya daha once gelmemis miydik?" diye sormaya basladim. Benim icin orasi ayni yerdi. Sadece bazi harfler-sayilar ve bazi dugmeler ya da fermuarlar degisiyordu. Geri kalan hersey ayniydi. Arasira gercekten degisik seyler goruyordum. O zaman onlari anlamaya calisiyor, deniyor, denetiyordum (ornegin rob gibi birsey denedik, ama kollari nerden cikiyor karar veremedik ve bulamadik). Ama onun disinda bir elbiseler girdabi icerisindeydik. Tuketim cok hizliydi. Mallar bitiyor ve aninda yerlerine yenileri asiliyordu. Butun hersey birbirine karismisti, herkes denedigini orada bir yere asiyordu. Kiyafetin cinsi cok onemli degildi. Gomlek de olsa, etek de olsa, her ne olursa olsun oraya asilan hersey o fiyata aliniyordu.

Kiyafet deneyen insanlar denizinde birbirimizin elinden tutarak ilerlemeye calistik. Elbise girdaplarina kapilmamak icin savas verdik. Yine de sevdigim kiz tum elleri doluyken ve butun cantalari tasirken ayni anda bir yerlerden bir el cikararak askilari karistirabiliyordu. Bir an icin Onu ne kadar baglarsak baglayalim bir yerlerden bir el cikararak askilari karistirabilecegini dusundum. Hatta oradaki adamlari toplayip 5 kisi onu simsiki tutsak bile bir yerlerden o eli cikarip askilari karistirabilecegini anladim. Bu bakimdan iki eli bos olan benden cok daha verimli bir sekilde alisveris yapabiliyordu.

Iki gun suren kiyasiya savasimizin sonunda ben bir kot pantolon, o da sik bir ceketle bu indirim furyasini atlattik. yillardan sonra kot pantolonum olmasi bana garip geliyor. lise 2 de birakmistim en son kotumu. simdi onlarca pantolon denemis bir insan olarak eni boyu kac numara pantolonun bana oldugunu biliyorum. bu bilgiye onlarca pantolon deneyerek ulastim. bazilari kicima girmedi bile. hayatima giren en son seylerden birisi de pijama. cok rahat bir pijama alti buldum ve aldim. Melekler sehrinde adam kucuk kiza "hayattayken en sevdigin sey neydi" diye sordugunda kiz "pijamalar" diyordu.