Sunday, December 24, 2006

cukulata cesmesi

bir ay falan once sirketin partisi oldu cumartesi gecesi. iyi giyinme partisi ama. gomlek giymek lazim. iki "yerli" icki bedavaydi. ben de oda arkadasindan kravat kiralayaraktan "yerli" ickilerin pesine gittim. ickileri icerken bir takim kucuk kucuk yiyecekler getirdiler. Bunlardan yiyebildigim kadar fazla cesitini yedim. sanirim bir tanesinin ne oldugunu anlayamadim.

bir ara soyle bir an oldu. iki uc tane kiz baygin baygin bekliyorlardi. Bir tanesi ise masadaki bir tabaga egilmis birseyler yapiyordu. derugrastigi belli, kurdanlarla biseyleri parcalamaya calisiyor. Sonra arkasina dondu. belli ki arastirmasi bitmis. arkadaslarina gururla haber verdi : "it's chicken" (Tavukmus). Birden baygin bekleyen iki uc kiz "hurraaa" diyerekten o tabaga daldilar.

bu etkinlik bana odtudeki "kokteyl toplulugu" nu hatirlatti. Bu topluluk diger topluluklardan farkliydi. Bir odasi ya da bildirgesi yoktu. El ilanlari dagitmaz, baskani ve yonetim kurulunu secip ortamda gereksiz hiyerarsi yaratip milleti germezdi. Hatta sadece internette ve arkadaslarin arasinda yasayan bir yapisi vardi. Ben uye degildim ama Osman uyeydi sanirim. Neyse eger bir sirket ya da herhangi bir kurulus ODTU icinde bir seminer duzenliyorsa ve ortamda bedava yiyecek varsa bunu haber alan kimse kokteyl topluluguna toplu e-mail ataraktan ya da arkadaslar arasinda bu bilgiyi yayaraktan bir etkinlik duzenlerdi. Hep beraber gider kucuk yiyeceklerden somurur, arada "Naz Gida" dan anlinmis saraplari ya da biralari icer cimlerde yayilirdik. Cok sevimli bir ortamdi, herkes gelirdi. Ya simdi dusundum de, superdi...

Sonra birisi geldi ve assada cukulata cesmesi var dedi. Ulan o nedir diyerek kosarak indik. Cukulata fiskiyesi vardi gercekten. Cukulatalar fiskiyeden fiskiriyor, kucuk bir selaleden kucuk bir havuza dogru akiyor, sanirim bir tur devir daim sistemiyle tekrar fiskiyeye gelip bir daha fiskiriyor. Kenarlarda kurdanlara gecirilmis bir takim yiyecekler var: mesela cilek, mesela kucuk ekmek gibi bisey, ya da boyle poaca gibi tatli biseyler. o seyleri kurdanlardan tutup kucuk cukulata selalesinde banyo yaptiriyorsunuz, sonra da iyice yikanan seyi yiyorsunuz. ben tatli sevmeyen bir insan olarak bu cukulata cesmesinden acayip yedim. Herkes yedi gerci.

hic gormemistim ben cukulata cesmesi.

Friday, December 15, 2006

Icinde calistigim filmi neden caliyorum???

Bilmiyorum.

Hangisi dogru bilmiyorum.

Telif haklari denen seyin iyi mi kotu mu olduguna karar veremiyorum. Hirsiz olup olmadigima da karar veremiyorum. Sucluluk duyup duymamam gerektigine de karar veremiyorum. Sanat, endustri, para ve fikir... Kayboldum.

Icinde calistigim film piyasaya suruldu. Bu Narnia diye bi filmin uzatilmis versiyonu. Piyasaya cikali birkac gun oldu ve ben hemen internetten indirmeye basladim. Bilgisayar ekranindaki yesil yuvarlak dugmeli pencerede yazan seyler dogruysa 8 saat sonra bu filmi izlemeye baslayabilecegim.

3 sene once Queen CD si aldim. Queen i cok severim ben. Dedim ki: artik kendi parami kazaniyorum. Bu paranin bir kismini hayatta bana cok guzel seyler yasatan Queen'e bizzat vermek istiyorum. Bunun uzerine en sevdigim albumlerinden biri olan "A Night at the Opera" nin CD sini aldim. Heyecanla eve gelip lithaen e yaptigimi anlattim. Eger Fredi orada olsaydi bizzat ellerimle ona 15 milyonu verirdim. Sonra lithaen fredinin coktan oldugunu bana hatirlatti. Verdigim paranin ise plak sirketlerinin patronlarinin jakuzilerinin kenarlarindaki karideslere donusecegini dusundurttu. Hakliydi. Cunku Fredi oldu. Artik paramla kendisine Moet&Chandon alamayacak. Buna ragmen dunyada fredi bir album daha satmayi basardi, olumunden yillar sonra, bana... Bu gelecek nesillere belki etkili olur. frediye hayranlik duyarlar cok satti diye belki.

Neyse ayni seyleri bu aralar bir daha yasadim. Icinde calistigim filmi satin almak istesem 35 kafa toslamam gerekiyordu. (Bu benim bir haftalik mutfak masrafima esit neredeyse). Degip degmeyecegine karar vermeye calistim. Sonra yesil yuvarlakli pencerenin altindaki gri dugmeye basiverdim.

Ben ve benim gibi hirsizlar yuzunden film endustrisi her sene yaklasik 8 milyar dolar kaybediyor. Bu kayip ben ve benim gibilere issizlik ve maaslarin dusmesi olarak geri donuyor. Bircok insan aslinda hakettikleri parayi alamiyorlar, eziliyorlar, haklari yeniyor. Bircok insan haketmedikleri halde, binbir emekle uretilen sanat eserlerini izleyip dinliyorlar, ufuklari aciliyor(?), daha zeki oluyorlar (???).(Ya da her neyse...)

Bence, butun hayatim ve deneyimlerim tersini soylese de ve tersini yapmak zorunda olsam da, bu isler para kazanmak icin yapilmaz. Degmez. Insanlar bankacilik gibi baska meslekler yaparak daha cok para kazanabilirler. Mutlulukla emekli olabilirler. O zaman gercekten birseyler ureten bir adam, yaptigi seylerin herkes tarafindan izlenmesinden mutluluk duyar, calinti ya da degil, dunyanin her yerine yayilabiliyorsa yayilir, parasini dusunmez. Cunku bence para cok sacma sapan yerlerden gelirse geliyor. Bu is ise sacma sapan olmamasi gereken bir is. Yine de dunya boyle donmuyor. Walt Disney basta olmak uzere dunyadaki herkes (ki buna Tom Waits de dahil) calinan sarki ve filmlerini calanlari mahkemeye vermis ve de haklarini almislar. Ben de ne kadar boyle desem de birgun birileri benim hakkimi yediginde (? ki oyle mi acaba???) ondan hesabini sorucam. Ya da nedir olay?

Karar veremiyorum. 35 gayme de cok be kardesim...

Monday, December 11, 2006

Konuk Sebze

Yemek tasarimlarimda belli bir talk show yaklasimi var. Her icad ettigim yemekte ayni temel kalibi kullaniyorum. Once sogan ve sarimsak dograniyor. Onlarla beraber protein olacak olan sey tavaya atiliyor. Et, kiyma ya da tavuk... Bunlar biraz pistikten sonra haftanin konuk sebzesi ortama getiriliyor. Bu hafta konuk sebzem karnibahardi. Daha onceleri patlican ve mantarla da calismisligim oldu. Ama karnibahari gorunce dayanamayip aldim ve yesil yerlerini kesip atmam gerektigini tahmin ettim. Biyolog olan ev arkadasim tarafindan da bu tahminim onaylandi.

Konul sebzenin ardindan domates dogruyorum. Bunlar biraz kaynadiktan sonra ise yemegin ana dolgunlugunu olusturacak olan iki bardak pirinc ilave ediliyor. sonra da 4 bardak su. yarim saat sonra 3 gunluk yemegim hazir oluyor.

Ise gec kaldiiiiiiim....

Tuesday, December 05, 2006

Son kararim : Cin yemegini sevmiyorum

Yaklasik bir senedir muhtelif yerlerde maruz kaldigim Cin yemegiyle ilgili bir genellemeye ancak varabildim. Bu kadar uzun sure beklememin sebebi baska baska yerlerde de tadaraktan rasyonel bir sonuca ulasabilmektir. Bazen icindekileri okuyarak, bazen arkadaslarim ne aliyorsa ondan ismarlayarak, birkac kez de cince harfleri okuyamadigim icin kicimdan atarak ismarladigim bir dizi ogun sonunda genel bir yargiya vardigimi soyleyebilirim:

Cin yemegini sevmiyorum.

Sebepler:

1 - Cinlilerin hayvanlari yemekten gayet gurur duyduklarini dusunuyorum. Cunku yemeyi planladiklari hayvanlari cansiz ve pismis bir sekilde kapinin yanindaki vitrine asiyorlar. Bazen hangi hayvan oldugunu kestiremedigim bu pembe et parcalari Cinlilere besin zincirinde bu zavallilardan bir basamak daha yukarida olduklarini hatirlatip onlari rahatlatirken beni geriyor, uzuyor, moralimi bozuyor.

2 - Sabahlari yenmek uzere yaptiklar poaca gibi seyler var. Bunlar cok ucuz ve isimleri de heyecan uyandiriyor. Mesela sosisli poaca, yumurtali baconlu poaca, hamli poaca, peynirli salamli poaca gibi. Nitekim bunlari yemege kalktigimda hepsinin tatli oldugunun ayirdina variyorum. Sosisi tatli tatli yediginizi dusunun. Heyecanim kursagimda kaliyor. Cinlilere bir kez daha saydiriyorum icimden. Ben yapsam simdi poacanin icine koysam salami kasari nasi olur diye de hayal etmekten kendimi alamiyorum sabah sabah.

3 - Deniz urunleri corbalarini yemenin tek yolu bakmamak. Eger assagi bakarsaniz o seyi yemezsiniz. Ama tadi guzel bi sekilde. Yine de deniz urunu corbalarini yerken icinde yuzen seyleri gormemeye calismak, dikkati karsinizdakine vermek, saga ya da sola vermek buldugum en guzel yol. Bu sekilde ikide bir "bu ne, bu ne?" diye sormuyor, dinledikce kendi kendime "keske sormasaymisim" demiyorum.

4 - Bu insanlarin herseyin icine tatli koymak gibi bir huylari var. Bir iki seferlik idare edebiliyorum. Fakat her ismarladigim tavukta da seker tadi alinca tepem ativeriyor.

5 - Kesfettigim diger birsey bu insanlari bir sekilde tum et turlerini ayni ete cevirebilen bir terbiye bulmus olmalari. Bu terbiyeyle yapilmis etleri gozu kapali yerseniz ayiramiyorsunuz. Ornegin tavuk dana gibi, dana koyun gibi, balik tavuk gibi kokuyor ve tadlari ayni. Ustelik hepsi sanirim ayni turden bir sosun icerisinden cikiyorlar. Bu sosun da yumurtali oldugu konusunda suphelerim var.

6 - Pilavlari bizim mutfagimizin tam tersini hedeflemis ve 12 den vurmus. Birbirine yapistirilan pirinclerden lokmalar olusturup cubuklarla yemeye calisiyoruz. Nerde tane tane leziz pilav... Bizim memlekette yasayan Cinli kiz evde kalir.

Bu simdilik aklima gelen birkac tane ana sebep. Gecenlerde arkadaslardan biri heyecanla "Haydi Cin lokantasina gidelim" dedi. Ben "hayir" dedim. Herkes bana huysuz dedi. Daha boktan bir yere gittik. Ama yani Cin lokantasina gitmedim. Yanliz daha denemedigim bisey var. Adi Dim Sum. Cok methini duyuyorum. Endiseliyim ama yine de denicem. Hadi bakalim.

Saturday, December 02, 2006

Kar yine

Her sene ilk kar yagdiginda ayni seyi hissediyorum sanki. Boris Vian - Bukowski - Tom Waits karisimi bir ruh haline geliveriyorum. Neden bilmiyorum. Ama bu kitada yasayan ve yazan insanlara sanki bir adim daha yaklasiyorum. Yanliz neden Bukowski ve Tom Waits e yaklasiyorum acaba. Yani onlari daha yakin mi hissediyorum.

Tam bir sene once ilk kar yagdigi gun Clarkson diye bir tren istasyonunda tren bekliyordum. Siniftakilerin "Photoshop Uncle" diye dalga gectikleri isimden geri donuyordum. "Photoshop Uncle(Amca)" benim ilk isimdi. 65 yasindaki bu adam (Richard Pokorny) sanirim bir Alman gocmeniydi. Cektigi fotograflari fotoshopta oynamak istiyordu ve sonunda da dostlarina bir dia gosterisi yapacakti. Amerika ve Avrupada birkac yere gitme firsati olmus. Oralarda bircok fotograf cekmis. Sag elinin isaret ve orta parmagi yoktu. El sikisirken bu durumu anlayip saniyenin binde biri kadar bile bozuntuya vermeden devam etmistim. Kendimi kutladim sonra. (Gerci deklansore nasil bastigini hala dusunuyorum ara sira.) Benden ona birtakim programlari ogretmemi ve de gosteriyi hazirlamami istiyordu. Okulda rastlamistim ilana. Bir iki ay falan gitmistim bu is icin.

Neyse Clarksonda tren beklerken yukari isiga bakmistim. Sonra kar tanelerini gormustum. Sanki cok onemli bir anin baslangici gibi hissetmistim. Ama ayni zamanda caresiz ve umutsuz hissetmistim. Elim kolum bagli hissetmistim. Ve kotu hissetmistim. Bukowski gibi kufretmistim. Tom Waits'in sarkilarinda anlattigi komsularindan biri gibi hissetmistim. Gri polarimin kafaligini kafama gecirmistim somurtarak. Bir tren gecmisti.

Bugun yine ayni sey oldu. Bir arkadasimla alisverise gidiyorduk. Yola cikinca gordum kar yagdigini. Yine ayni moda girdim. Gri polarim yirtildigi icin artik cok ender giyiyorum. Ama paltomun kafaligini kapatirken yine somurtup kufrettim.

Hadi bakalim...